12 Ağustos 2015 Çarşamba

Trans Anatolian Tour 7.Gün (The End)

Otobüse bisikletlerimizi yükledikten sonra hemen koltuklarımıza yerleşip uyku moduna geçiyoruz. Ama otobüsün hareketleri arada beni uyandırıyor. O kadar sert rampalar çıkıyoruz ki, bazı yerlerde abartırsak, uzaya fırlatılacak mekikteki astronotlar misali sırtımız üzerinde gidiyoruz. Bazı yerlerde ise, sanki koltuktan düşecekmişiz gibi otobüs yokuş aşağı gidiyor. Bazı yerlerde çok sert frenlemeler, savrulmalar derken, 130 kilometre yolu molayı düşünce 4 saatte gidiyor ve sabah 5.30 gibi Alanya otogarına varıyoruz.

Serhat sabah namazını kıldıktan sonra otogar’ da bir pastanede bir şeyler atıştırıp fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ama öncesinde Alanya’ da bizi bekleyen eski arkadaşım Elif’ e ona uğrayamayacağımızı anlatan bir mesaj atarak özür diliyorum. Sonra ver elini Antalya yolu.
Güzel bir asfaltta, geniş emniyet şeridinde bir önceki günün bende bıraktığı travmadan sıyrılmaya çalışarak yolumuza devam ediyoruz. Hava sabah olduğu için serin ve güzel. Bir önceki gündeki gibi bisikletli görmemiş insan suretleri yok. Hatta kimse umursamıyor bile. Bence bu daha güzel bir şey. Rahat rahat Manavgat’ a kadar gidiyor ve ara bir şeyler atıştırmak için bir pastanede oturuyoruz. Yan masada yaşça bizden genç iki kişi ile sohbete başlıyoruz. Adama geldiğimiz yolu anlattığımızda “yok, hayatta inanmam, kimse gelemez o yolu” gibi saçma bir diyaloğa giriyor. Yahu seni inandırmak zorunda değiliz. Ama adam ikide bir “yok, inanmıyorum “diyor. En son strava kaydını çıkarıyorum. Gözüne sokuyorum. Ama benim o anki ruh halim g..üne sokmaktan yana. En sonunda da o da niyetimi anlayıp konuyu yıkama yağlamaya çeviriyor. En sonunda hayırlı bir şey söyleyip Aksu’ da piyaz ve köfte yiyebileceğimiz “Aslım Özşimşekler” diye bir lokanta tarif ediyor. Mutlaka orada yememiz gerektiğini, çok leziz olduğunu söylüyor.
Teşekkür edip, olay mahallini hızla terk ediyoruz. Yol hakkında pek anlatılacak bir şey yok.  Yollar çok iyi durumda. Ve en sonunda Antalya tabelasına ulaşıyoruz. Orada fotoğraf çekerken yanımıza bir motorlu yaklaşıyor. 50 yaşlarındaki adam 1995 yılında bizim rotanın neredeyse aynısını bisikletle geçtiğini, şimdi ise motoru tercih ettiğini söylüyor. Altındaki motoru da (Güzel bir motordu) Mersin’ de sadece bu tur için almış ve Marmaris’ e kadar gidecekmiş. Orada da nasıl olsa 200-300 tl farkla satarım diyor. Maceracı bir tip. Tabela altında kendi fotoğrafını çektiriyor. Sonra da bizim fotoğrafımız çekiyor ve vedalaşıyoruz.

En nihayetinde Aksu’ ya varıyoruz. Serhat Cuma namazını kıldıktan sonra Aslım Özşimşekler lokantasını arıyoruz. Yalnız bir sıkıntı var, lokanta yolun karşısında ve Aksu’ daki kavşak çalışması nedeni ile yollar birbirine girmiş. Karşıya geçiş yeri bulamıyoruz. Ama bizim tarafımızda ise Şimşekler lokantası var. Biraz dikkatli baktığımızda ise, bir de Özşimşekler diye bir lokanta görüyoruz. Evrim teorisine göre bu lokantaların kökeninin Şimşekler lokantasına dayandığı varsayımını kurarak (Bknz.Koç ,Hakiki Koç, Öz Hakiki Koç, Vallahi billahi Öz hakiki Koç Vakası) Şimşekler lokantasına kuruluyoruz.

Lokanta gayet sistemli çalışıyor. İlk önce masamıza yeşillikler, ardından Ayran ve su, sonra Piyaz ve sonra sırasıyla Köfte, tatlı en sonunda da çay geliyor. Ama en önemlisi bunları getirenlerin hepsinin tek bir görevi var. Örneğin, sadece ayran götüren ya da sadece piyaz götüren garsonlar var. Bant usulü bir çalışma sistemi gibi. Ve en son hesabı da başka bir garson tahsil ediyor. Lezzetler gerçekten güzel. Fiyat ise Antalya’ ya yaklaştığımız bildirir gibi. Adam başı 30 Tl. ödüyoruz. Uzun bir molanın ardından çok yakın mesafede bulunan Antalya havalimanına varıyoruz. Geçen yıl Bodrum’ dan alışık olmamız nedeni ile bagajlarımızı ve bisikletimizi X-ray cihazına hazır hale getirip, x-ray cihazından hızla geçiyoruz. Hemen Onur air kontuarına gidip işlemlere hazırlık yapacağız. Onlar bizi bisikletler ile ilgili bedel ödemek için başka yere yönlendirecek falan filan derken, İlk sorun ortaya çıkıyor. Kontuardaki görevli bayan bisikletleri sökmemiz gerektiğini söylüyor. Bizde Onur air’ in bu şekilde kabul ettiğini ve geçen yılda bodrumdan bu hali ile gittiğimiz söylüyorum. Bizi bilet satış bölümüne yönlendiriyorlar. Oradaki arkadaşlar da bize aynı şeyi söylediğinde merkezden onay almalarını söylüyorum. Merkez bisikletlerin bizim dediğimiz gibi kabul edildiğini söylüyorlar. 1. Aşamayı hafif stresle atlatıyoruz.

Bisiklet bedellerini ödedikten sonra büyük paket geçişine yönlendiriliyoruz. Burada da bu sefer polis sıkıntı çıkarıyor. Tekrar ilk iki banko arasında koşturduktan sonra polis ikna oluyor. Bu arada Çelebi nin yer hizmetleri şefi olduğunu zannettiğimiz (Şimdi söylediklerimi başka insanlara söylemem. Ama şekli ve karakteri oturduğundan bu hakkediyor) Şebek kulaklı, yüzünden kompleks akan, ağzı 3 hafta önce ölmüş hayvan leşi gibi kokan, buralar benim havasındaki şerefsiz bisikleti böyle kabul edemeyiz diyor. Tekrar ilk iki banko arasındaki koşuşturmadan sonra, onu da ikna ediyor ve tam bisikletlerin yanına gittiğimizde bu şebek “bisikletlerin başına bir şey gelirse sorumluluk almam diyor” O an Serhat tam adama dalmaya yeltenecekken kaş göz işareti ile durduruyorum. Keşke durdurmasaymışım.

Uçağa binmeden önce tuvalette üstümüzü değiştirip, 2 gündür duş alamadığımızdan dolayı bol miktarda parfüm harcayıp hazırlanıyoruz. Uçağın saati yaklaştığında 2.kontrol noktasına geçip uçağı beklerken, 40 dakika rötar yediğimizi öğreniyor ve Bodrum’ da 2,5 saat rötar yediğimizden buna dua ediyoruz. Bodrum’ da bisikletler uçağa görevliler tarafından çok nazik bir şekilde paletin üzerinde ellerine alıp iterek çıkartmışlardı. Burada da aynı şekilde mi olacak diye heyecanla camdan izliyoruz. Ama bir süre sonra bavulların gözlerimiz önünde hayvani şekilde yüklendiğini gördüğümüzde endişeye kapılıyoruz. Hatta bavullar yüklenmiyor, dövülüp yerlere atılıyor. Anlatılmayacak kadar rezil bir manzara var.  Kapının kapanmasına 1-2 dakika kalmasına rağmen bizim bisikletler bir türlü yüklenmiyor. Kapıdakiler bizim gelmemizi, kapının kapanacağını söylüyorlar. Tam o sırada bizim bisikletler yüklenmeye, pardon fırlatılmaya başlanıyor. Görevli bisikleti paletin üzerine yukarı kaldırıp fırlatıyor. Abartı değil, bilerek ve kasıtlı halter gibi yukarı kaldırıp paletin üzerine vuruyor. Hızla kapıya koşuyor ve durumu o öfkeyle anlatıyoruz. Kapıdaki bir bayan görevli hemen ilgilenip not alıyor ve hızlı bir şekilde telsizle konuşuyor. Ve bizi apar topar uçağa alıyorlar. Meğerse sonradan öğrendiğim, böyle ilgileniyor gibi yapıp milleti sakinleştirip postalama taktiğiymiş.

Uçağa binip hareket ediyoruz. O bir saatlik yol bize geçmiyor. Acaba bir şey oldu mu endişesi çok fazla var. Hava limanına vardığımızda ilk önce heybelerimiz, daha sonra da bisikletler geliyor. Benim bisikleti elime aldığımda hemen arka tekerin kaskatı olduğunu görüyorum. Neyden kaynaklandığını çözmeye çalışıyor ve nedenini hemen buluyoruz. Bisikleti palete vurması nedeni ile bisikletin jant sekiz olmuş ve nasıl olmuşsa her taraftan yamulmuştu. Belki de tek bir yerde yere vurulmamıştı. Neyse ki Serhat’ın bisiklette bir sıkıntı yok.

O hışımla Çelebi’ nin kayıp eşya birimine gidiyorum. Orada fiilen kıçıyla konuşan bir görevli sözde yardımcı oluyor. Bana şikayet dilekçesi yazdırıyor. Lavuk o kadar sahte bir ilgi gösteriyor ki, dalmamak için kendimi zor tutuyorum.  Siz siz olun, önceden yazdığım yazılara bakıp Onur Air’ le bisikletiniz açık olarak taşımayın. %50 ihtimalle aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Bisiklet sürülemez halde olduğundan dışarı çıkıyor ve taksi arıyoruz. Şansa bir tane taksi yok. Olsa da bize bagajı büyük bir şey lazım 5-6 dakika sonra SW bie taksi buluyor ve havalimanından ayrılıyorum. Bu konuyu unutmaya ve turun güzelliklerini aklıma getirmeye çalışarak evin önüne varıyorum. 

Evdekilerin o gün geleceğimden haberleri yok. Bende bir muziplik yapıyor ve evimizin yanındaki markette, marketin sahibi Hüseyin abi ile selfi çekip facebook adresime ekliyorum. Sonra da eşimi arayıp facebook’ a bakmasını istiyorum. O kadar şaşkın ki bana telefon açıp, “Hüseyin abiye ne kadar benziyor? Nerede çektin? “ diye soruyor. Aşağıda olduğumu söylediğimde hemen beni karşılıyorlar. Ve her zaman anılarımda yaşayacak olan bir turumu daha acısı ve tatlısı ile sonlandırıyorum.

Şimdi ne yapıyoruz diye düşünen olursa, önümüzdeki yılı iple çekiyoruz. Serhat’ la her gün 3-5 tane tur rotası planlıyor uzun mu olsun, kısa mı  olsun pazarlıkları yapıyoruz. Bazen uçuk rotalar çıkıyor, bazen de çok güzel rotalar. Bazen Çine gidelim G-216 kara yolunu geçelim derken, bazen de hadi bir de hadi bir Yunanistan yapalım diyoruz. Yani anlayacağınız sağlığımız yerinde olduğu sürece kabamız daha çok seleyi görecek.


Bisiklet mi? Jant düzelemeyecek durumda olduğundan yeni bir jant taktırdım. İşyerine gidişlerimde MTB yi kullanıp Fuji Touring’ i sadece cumartesi günleri yanıma alıyorum. Uzaklara gitmek için ona daha çok ihtiyacım var.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder