12 Ağustos 2015 Çarşamba

Trans Anatolian Tour 6.Gün (Aydıncık cehennemi ile tanışma ve Filmin kopuşu)

Uyanma saatimiz her geçen günün yorgunluğu üstümüze bindikçe biraz daha geçe sarkıyordu.  Öğretmenevinde kahvaltımızı yaptıktan sonra, yola koyulma vaktimiz gelmişti. Hedef, başarabilirsek Gazipaşa, başaramazsak Anamur olacaktı. Bir de 3-4 gün sonra Taşucu’ ndan geçecek olan @deathsidestory e uygun bir yerde hediye bırakmaktı.

 

Çok fazla oyalanmadan Taşucu’ na doğru yola koyuluyoruz. Yolun ne kadar berbat olduğunu @Five sayesinde gayet iyi biliyoruz. Ama hesaplarımızı iyice altüst edecek olan diğer faktör bize ana istikamete döndüğümüz anda selamını vermişti; RÜZGAR! Yaklaşık 3-4 haftadır İstanbul’ da yaşadığımız sert poyrazı mumla aratacak şekilde tam karşımızdan esiyordu.  Kıbrıs’ a giden feribotların yönlendirme tabelasını gördüğümüzde bir an aramızda “Kıbrıs’ a mı gitsek” sohbeti ciddi anlamda geçiyor. Daha sonra sponsorluktan dolayı programdan sapmamak ve uçak biletlerini yakmamak için vazgeçiyoruz. Keşke gitseymişiz. Gün sonuna kadar anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelecek çünkü. 

 

Mesajı almış bir şekilde Taşucu’ nda  @deathsidestory ‘e hediyesini almak için tekel bayii’ ne uğruyorum. 2 tane bira aldıktan sonra yola devam edip Taşucu’ nu geçmiştik. Sağımıza solumuza bakıp uygun bir yer arıyoruz. Uyuzluk olsun diye biraz rampa çıktıktan sonra, büyük bir tabelanın altına 2 bira 1 tane de Mevlana magneti olan torbayı bırakıyoruz. Buradaki mesaj, “Afiyet olsun, ama öteki tarafı da unutmayın”. Hemen @deathsidestory e konum ve bölgenin fotoğraflarını yollayıp yolumuza devam ediyoruz.

 

 

Yaklaşık 20. Kilometrede açılıp açılmadığı muamma olan tünellerden birincisine ulaşıyoruz. Ve mutlu haber hemen karşımızda! Tünel açılmış olduğu için seviniyoruz. Çünkü girişi sağlam bir tepenin altında bulunuyor. Hadi yine sevgili Allahın kuluymuşuz diyoruz. Tabii sonradan o kadar sevilmediğimiz ya da hiç sevilmediğimiz anlayacağız.

 

Taşucu’ ndan sonra sürekli  çıkış ve inişlerimiz başlamış ve tünelden sonra iyice artmıştı. Rüzgar karşıdan hızımızı eserek hızımız düşürürken, benim bileğimde hız düşürmede elinden gelen katkıyı sunuyor. Ayrıca deniz seviyesine inmemizle birlikte en azından bağırsak problemim sona eriyor. Bu nedenle gayet mutluyum. Polyannacılık ne güzel bir şey.

 

Bir süre gittikten sonra bir benzinlikte mola verdiğimizde Antalya’ ya giden bir otobüs görüyorum. Şöföre diğer tünellerin durumunu sorduğumda “Diğer tünellerin hala inşa halinde olduğunu ve yolun buradan sonra daha da kötüleştiği” müjdesini veriyor. Biz de bu müjdeyle bir seviniyoruz ki anlatamam. Neyse düşüyoruz yola. Dediğim gibi 40-50 metre lük yüksekliklerde olsa sert olmalarından dolayı hırpalıyor.

 

Bir ara bir tabela karşılaşıyoruz. Eğimi belirtecek tabela da % den sonra bir şey yazmıyor. Anlıyoruz ki “sen nasıl hissedersen o kadar yaz” diye boş bırakmışlar. Sağ olsun rampada iyi bir yüzdeyi hakkedecek kadar sert çıkıyor.  Yolda bir çok noktada yol çalışması da cabası. Sürekli toz toprak içinde gidiyoruz. Bir rampada bir kamyonet yanıma yanaşıyor. Şöför “tutun arkaya” diyor. Ben “teşekkür ederim. Düşünmen bile yeter” deyip geri çeviriyorum. İyi adammış vesselam.

 

50. Kilometrede Sağlam bir rampaya giriyoruz. 2 Kilometrede 200 metre tırmanıyoruz, ya da tırmalıyoruz. Sıcak artmış ve feleğimiz şaşırmış durumda Tırmanıştan sonra kendini köy zanneden ama 15-20 evden oluşan Yanışlı köyünde soluklanmak için duruyoruz. Serhat öğlen namazını kılarken kenarda oturan ihtiyar amca ile sohbet ediyorum. Amcanın ifadesi ile 90 yaşının üzerinde, ve hiç evlenmemiş. Var mı diyorum tarla, hayvan filan o da yok. Devletin verdiği yaşlılık maaşı ile geçiniyormuş. Askerlik harici orayı da hiç terk etmemiş. Kendi küçük dünyasında ne mutlu ne de mutsuz ömrünü tamamlama derdinde yaşıyor. Sonra kendime bakıyorum. Sürekli yaşamı bir yerinden yakalama derdindeyim. Acaba O mu daha iyi yapıyor? Ben mi? karar veremeden vedalaşıp yola düşüyorum.

 

Yanışlı’ dan sonra yokuş aşağı biraz gidip, deniz seviyesinde 1-2 kilometre ilerledikten sonra 5 kilometrede 370 metre tırmanışa geçiyoruz. Artık sıcakta iyice artmış olduğundan tırmanışımız gayet keyifli geçiyor. Bacaktaki problemler mi? onlarda gayet iyi durumda. Hızım düşüp ayağa kalkmaya her çalıştığımda sen otur diyorlar. Bende acı sözü dinleyip oturuyorum seleye. Bir ara rampanın ortasında 5-6 belediye temizlik işçisi görüyoruz. Etrafta biz ve onlardan başka kimse, hiçbir şey yok. Yerleşimde yok. Nasıl geldiniz? Nasıl döneceksiniz diye sorduğumuzda? Sabah saatlerinde su ve kumanya verip yolun ortasında bıraktıklarını, o saatten sonra yol üstündeki çöpleri temizlediklerini , akşam belli bir saatte yine yoldan araba ile topladıklarını öğreniyoruz. O sıcakta o hallerini görünce kendi halimi unutup onlara üzülüyorum. Gerçekten ilkel çalışma koşullarında, resmen köle mantığı ile asgari ücrete çalışıyorlar.

 

Rampalar ve rüzgar o kadar sert ki, birinciliği hangisine vereceğimizi şaşırıyoruz. En sonunda güzel bir inişle Aydıncık’ a öğlen 3 gibi varıyoruz. Bulduğumuz bir lokantada İstanbul porsiyonları ile adam başı 2 – 2,5 porsiyonluk kuzu saç kavurmayı haince yiyoruz. Yemek ve dinlenme faslı neredeyse 1 saat sürüyor.  Akşam Anamur’ a yetişmek için yola koyuluyoruz. Aydıncık çıkışından sonra Yeni Kaş denen bir yerden geçerken @Abdullah.R abimizin 3000 km.lik İstanbul – Anamur – İstanbul turunda girdiği soğuksu göletini görüyoruz. O kadar yorgunum ki, ne izlemeye ne de fotoğraf çekmeye takadim var.

 

Zaten orayı az bir şey geçtikten sonra benim sonumu hazırlayan son rampaya geliyoruz. Burası son geçtiğimiz rampadan daha alçak (200 metre), ama içinde 20 ye yakın çok sert iniş çıkışı olan, yolun asfalt kalitesinin kalite lafına hakaret olduğu, çok dar ve araç trafiğinin inanılmaz yoğun olduğu yere geliyoruz. Trafik yoğunluğunu size şöyle anlatayım. O bölgenin seracılıkla geçinmesi nedeni ile yanımızdan kah kavun, kah çilek kokuları ile geçen en ufağı BMC Fatih kamyon, ama genelde bildiğiniz uzun dorseli tırlar geçiyor. O kadar yoğun olmalarının sebebi ise öğlen sıcağının nispeten azalıp, akşam saatine yaklaşması nedeni ile meyveler sıcak havadan zarar görmüyorlarmış. Birde bu trafiğe yük araçlarının arkasında kalmamak için her tür aksiyona giren binek araçları koyun, işte şimdi mükemmel kombinasyona yaklaştık. Neden yaklaştık diyorum derseniz, Buna mıcırlı asfaltı ekleyin oldu mu? Hayııır. Bitti mi? Sert rüzgar. Yine bitti mi? Yanında bir de yılan gibi kıvrılan, dön baba dön bitmeyen, viraj dönüşlerinde 2 kamyon kafa kafaya geldiğinde dönülemeyen yolları koyarsanız, hah işte mükemmel kombinasyon oluyor. Tepeleri tırmanırken hafif sağ çaprazımıza baktığımızda tırmanacağımız yolu rahat görüyoruz. O kadar güzel.

 

İşte oralarda bir yerde, nerede derseniz hiç hatırlamadığım bir yerde benim film koptu. İyi kötü tırmalaya tırmalaya çıkarken, Viraja tırla girdiğim sırada yolun kenarında bir şantiyede köpeğin bana havlamaya başlamasının kesişmesi yaşanırken, tam o sırada benim bütün enerji depolarımın bitmesi de eklenince, yolun kenarında bisikletten dahi inemeden olduğum yerde kilitlenip kalıyorum. Serhat garipliği görüp hemen yanıma geliyor. Ellerim kollarım zangır zangır titrerken Serhat’ a tamamen bittiğimi benim için bugünün sonunda da turun bittiğini söylüyorum (Tabii o sırada köpeğe, dağa, taşa, bayıra, öten kuşa her şeye acayip küfür sallıyorum). Hatırladığım kadarı ile Serhat beni bisikletten indirip, benim bisikleti seyir terası gibi bir yere doğru çekiyor. Bagajdan bir enerji jeli çıkarıp su ile kullanıyorum. Biraz kendime geldikten sonra kabus gibi yola devam ediyoruz.

 

Bir süre daha gittikten sonra yolun tepenin ortasında bir kendine tezgah açmış bir muzcu ile karşılaşıyoruz. Arkadaş büyük ihtimal karşısındaki manzaranın etkisi ile sessiz, sakin, mülayim birisi. Soru sormadıkça pek cevap vermeyen ama güleç bir tip. Orada uzun bir mola verip dinleniyoruz. Muz ve çay eşliğinde dinlendikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Meğerse oradan sonra iniş başlıyormuş. Dinlenmiş bir şekilde Tekeli’ ye doğru inişi tamamlayıp ilçeye giriyoruz.

 

Biz ilçede yol alırken, İlçenin büyük ihtimal ortaokulu yeni dağılmıştı. Okuldan çıkan çocuklar bize “hello” diyor, bizde merhaba diyerek karşılık veriyorduk. Yalnız bazı çocuk lar “hello, many, dolar” filan demeye başlayınca asabım bozulmaya, “dilencimi olacaksınız lan” demeye başladım. O tepkiyi duyan bazı çocuklar afallıyor, bazıları ise gülüyordu. Ama en son bir yerde yine çocuklar “hello, many” deyip para isteyince “s.gidin lan, eşşekoğlu eşekler. Adam olun diye” bağırdım. Gelen tepki ise “ulaaan turist Türkçe öğrenmiş!” E yuh yani. Veletlere bu toprakların insanı olduğumuz idrak ettiremeyeceğiz anlaşılan. Tekrar “yürüyün lan!” diye bağırıp, fazla canımı sıkmamak için yoluma devam ediyorum.

 

Tekeli bitip Tekmen tarafına geçince, yahu böyle diyorum da bu anlattığım yerleşimler dağ ile sahil arasına sıkıştığı için İstanbul’ un bir mahallesinin yarısı kadar olamayacak kadar küçük yerler. Bunu bilmenizde fayda var. Neyse, Tekmen den itibaren ufak ufak muz bahçeleri başlıyor. Bozyazı’ ya geldiğimizde neredeyse her yer muz ağaçları ile doluyor. Bozyazı’ da öğretmenevini görünce aklıma Anamur’ daki öğretmen evini aramak geliyor. Biraz daha gittikten sonra, uygun bir yerde öğretmen evini arıyorum. Öğretmenevindeki görevli bize tadilatta olduklarını söylüyor.  Hava kararmaya yüz tutmuş durumda. Acilen bir yerler bulmamız lazım. Otogarın orada küçük bir mola veriyoruz. Anamur çıkışındaki yolu bu halimle çıkmam gerçekten zor görünüyor. Psikolojik ve bedenen hiç hoş halde değilim. Otogarda Anamur yolunun durumunu sorduğumuzda, yolun bir çok noktasında çalışmalar olduğunu, bu nedenle yolun çok daraldığını ve bisikletle gidersek kaza yaşam ihtimalimiz olduğunu söylüyorlar. Bizde bu durumu ve benim durumumu  göz önüne alarak, Alanya’ ya buradan otobüsle gitmeye ve oradan da Antalya’ ya kadar bisikletle gidip, uçakla İstanbul’ a dönme kararı alıyoruz.

Hemen otobüs firmalarını dolaşıyoruz ve gece 1’ de bir otobüste yer ayarlıyoruz. Ardından uçak biletlerimizi Dalaman’ dan İstanbul’ a çevirip, son noktayı koyuyoruz.  Açıkçası Serhat devam etmeye kalksa bu etapların tamamını bitirebilecek durumda. Ama sağlık sıkıntılarım beni bitirmiş durumda. O da anca beraber kanca beraber dediği için benimle turu bitiriyor. Anlayacağınız iyi dost.

 

Bu arada bir demet tiyatro daki vampir irfan tadında bir zabıta bize yaklaşıp, arkadaşının evini bir gecelik bize kiralamaya çalışıyor. Bu tipler çok canımı sıkar. Kardeşim sen devlet memurusun, git kendi işini yap. Aklın ticaretteyse, o zamanda memurluğu bırak. Neyse bisikletlerimizi kenara bırakıp, yaklaşık 300 metre ötedeki bir lokantaya gidiyoruz. Gönlümüz bol bir şekilde siparişleri veriyoruz. Meğerse onların da gönlü epey bolmuş. Masa 5 kişilik donanıyor. Mezeler, salatalar bizim siparişler derken, masada bir rakı eksik. Her zaman ki gibi usta katiller olarak masada yemek yendiğine dair hiçbir delil bırakmıyoruz. Ortada sadece temiz tabaklar var. Serhat hesabı ödemeye gidiyor ve sesini duyuyorum “dalgamı geçiyorsunuz?” Kasadaki bayanda “Buralarda böyle” diyor. Demek ki hesap sağlam geldi diye düşünüyorum. Serhat’ a sorduğumda 30 lira demişler. Benim de asabım bozuluyor ve kavga etmek için masaya doğru yelteniyorum. Şaka şaka. Harbiden Gerek iç Anadolu, gerekse bu bölgeler gerçekten çok ucuz. Bir önceki yerde yediğimiz yemeğe de 30 lira vermiştik.

 

Yemekten sonra tekrar otogar’ a geri dönüyoruz. Serhat’ ın son 50 kilometredir inen lastiğinin patladığını anlıyoruz. Serhat lastiği değiştirdikten sonra yaklaşık 4 saat çeşitli kişilerle ve kendi aramızda geyiklemelerle otobüsümüzü bekliyoruz. Saat geldiğinde yolun karşısına geçip gelen otobüsün bagajına bisikletlerimizi yerleştirdikten sonra yolculuğumuz başlıyor.

 


Devamı son yazımızda.

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder