Dediğim gibi, bu tur bana “kendimden” (eşimin izniyle)
40.yaşımda doğum günü hediyesi olarak verildi.
Nasıl olur? Bal gibi olur. Yaptım oldu. Yok olmadı. Hatundan izin
koparmak için gereken bahane buydu.
Kısaca kuduzlanmıştım. İstanbul-Antalya turu az gelmiş ve
hazır güzel havalar varken kısa da olsa bir tur yapmalıydım. 2-3 hafta önce
olmayan bir 40 yaş tribine girdim ve eşime bu konuyu işlemeye başladım. Sonuçta
3 gün 2 gece süreyle kısıtlı olmak üzere izni kopardım. (Aramızda kalsın)
Turu 2 farklı rota olarak planladım. 1.planım biraz uçuktu,
ama yapılmayacak kadar uçuk değildi. İlk gün İstanbul’ dan Gelibolu’ ya varmak,
ikinci gün Altınoluk ve üçüncü gün İzmir’ e varmaktı. Ama biraz düşününce, insancıl
bir tur yapma niyetim ağır bastı. Bu nedenle birinci gün uçmakdere üzerinden
Şarköy, ikinci gün Gelibolu ve üçüncü günü Bandırma’ ya geçerek feribotla eve
dönüş yolculuğu planında karar kıldım.
Sabah 4.45’ de evden ayrılıp Edirnekapı metrobüs durağına
doğru yola çıkıyorum. Vardığımda şansıma hemen metrobüs geliyor. Her zamanki
gibi rahat yer bulup bisikleti yaslıyor ve hareket ediyoruz. 3-4 durak sonra
etrafa korkunç bir koku yayılmaya başlıyor. Üzerimdeki her şey yeni yıkanmış
olmasına rağmen ilk önce kendimi kokluyorum. Sonra sağa sola bakarken 2 metre
ötemdeki koltukta evsiz bir kadının tüm kokuları ile birlikte oturduğunu
görüyorum. Ve maalesef bu koku ile Beylikdüzü’ ne kadar yolculuk ediyorum.
Otobüsten inip üst geçidi geçiyor ve ilk sürprizle karşılaşıyorum.
Önceden olmamasına rağmen etraf köpek kaynıyor. Tam yola çıkacakken 4 tanesi
üzerine gelmeye başlıyor. Het höt filan diyorum ama, amcamlar pek oralı
değiller. Köpek kovucuyu da Tura çıkan Volkan’ a verdiğimden dolayı eskisi gibi
köpeklere artizlikte yapamıyorum. Bende suluğu çekip bağırıp çağırmaya
başlıyorum. Elimdeki siyah suluğu standart saldırı silahlarına benzetemeyince
tırsıyorlar. Bende o fırsatta yola çıkıp turumun startını vermiş oluyorum.
Uzun turlara yalnız başına çıkmak beni çok sıkar. İlk
turumun son 1,5 gününü yalnız geçirmiştim. Gerçi turda 3 gün sürmüştü. Çok sıkılmış Keşan’ dan Enez’ e giderek kapağı
hatunun amcasının yazlığına atmıştım. Bu sefer 3 gün boyunca yalnız olmak nasıl
bir etki bırakır endişesi hayli yüksekti. Çünkü zorluk gördüğümde devam
etmekten vazgeçme eğilimim yüksek
oluyor. Kendimce bu turu da bitirmem gerekiyordu. Neden derseniz, Bisiklet şu ana kadar
bisikletle İstanbul’ dan Silifke’ ye
kadar her yeri gezdim sayılır. Burada iki nokta açık kaldı. Birincisi İstanbul
– Keşan, diğeri ise Bodrum – Antalya. Bu turla birinci aralık kapanacak ve 2016
yılında da diğer aralığı kapatacaktım. Ayrıca ilk tur rotam olması nedeni ile
de ayrı bir önemi vardı benim için.
Nerede kalmıştık? Yola çıktım ve Silivri’ ye kadar
sıkıntısız ve yolun müsaade ettiği kadar rahat gelmiştim. Sabah çorbası içmek
için küçük bir mola verdikten sonra diğer mola yerim Yenice’ ye kadar devam
ettim. Oradaki benzin istasyonunda karşılaştığım bir kişiye tamir bakım işleri
için biraz fikir verdim. Tabi ki önce o sordu. Deli gibi yolda üstüne atlayıp
ne biliyorsam anlatmaya başlamadım.
Buradan ayrıldıktan sonra Tekirdağ merkezde 3 genç
bisikletli ile karşılaştım. Tahmin ettiğim gibi DOÇEK’ in düzenlediği Dağ
bisikleti festivaline katılmaya gidiyorlardı. Ayak üstü biraz sohbetten sonra
vedalaşıp Kumbağ’ a doğru yoluma devam ediyorum. Kumbağ çıkışına doğru bir
market bulup bol miktarda su, ekmek, limonata
ve hangi akla hizmetse ton balığı alıyorum. Amacım, zaman kaybetmemek
için rampayı biraz çıktıktan sonra mola
verip yemeğimi yemek. Planladığım gibi rampayı 1,5 km kadar çıktıktan sonra bir
kenarda oturup ekmeği yarıyorum. İçine de ton balığını bir güzel döşüyorum. Hay
döşemez olaydım. Daha sonra acısı çıkıyor zaten. Yağlı yağlı ton balığını yedikten
sonra bol bol su tüketmeye, akabinde de fazlaca yorulmaya başlıyorum. Bir
bakmışım her çeşme başında mola verir hale gelmişim. Acelemde olmadığı için
yarmış bir şekilde ehli keyf takılıyorum.
Uçmakdere’ yi bilen bilir, asfaltı mükemmel, rampa eğimleri
çok dengesizdir. İnişler çıkışlar sağa-sola dönüşler ormanda mı gidiyorum,
açıkta mı gidiyorum, ben kimim gibi acayip soruların sorulabileceği, kısa mı
uzun mu hala karar veremediğim garip bir sahil yoludur. Hem kırıcı, hem de
keyifli bir yoldur.
Velhasıl kelam, 3-5 dakika da bir mola vere vere yoluma
devam ediyorken yine bir çeşmenin yanında mola verdim. Mola verdiğim çeşmede
bir araçta bekliyordu. Araçtan inen genç, “abi ne kadar çabuk geldin?”
dedi. Dolayısı ile şaşırdım. Meğerse
benim yanımdan geçmişler ve onlara göre ben çabuk gelmişim. Anlayamadım
açıkçası. Bu arada arabadan genç bir kadın indi ve sohbete katıldı. Oğlunun da
bisiklet sürmeyi sevdiğini arkadaşları ile bisiklet sürdüğünü söyledi. Oğlunun
yaşını sorduğumda 25 olduğunu söyleyince kadına öyle bir bakış attım ki, öyle
bir sahne sadece filmlerde olur.
Yahu arkadaş kadına bakıyorum en fazla 32-33 gösteriyor. Düşünüyorum,
arkadaş kafama güneş mi geçti yoksa ben doğru mu görüyorum? Bildiğiniz (Bana
göre) genç, güzel, alımlı bir kadın karşımda. Üzerinde kot ve gömlek var.
Yaşını soruyorum ve 48 yaşında olduğunu söylüyor. Dalga geçiyorsunuz filan
dedim. İnanamıyorum, gerçekten yaşını kesinlikle göstermiyor. Israrla bu konu
üzerinde diyalog gelişiyor. Kadının bir anda özgüveni artıyor. Belki de böyle
iltifatlara alışık değil bilemiyorum. O sırada arabayı süren elli küsürlerinde
görünen birisi arabaya yaklaşıyor ve selamlaşıyoruz. Adamın yüzü benim
iltifatlarımdan sonra epey bir asılmış olduğunu gördüğümden dayak yememek için
onlara iyi yolculuklar diliyor ve çeşmede mataralarımı doldurmaya koyuluyorum.
Sonunda uçmakdereyi bitirip Şarköye kadar devam edecek
berbat yola kavuşuyorum. Bu yol da Uçmakdere’ nin aksine asfaltı 20 yıl önce
görmüş berbat bir yol. Ama en azında düz bir yol. O kadar yorgunluktan sonra
burası dinlenme ve yavaş yavaş sahil gezisi modunda gitme yolu benim için.
Kalan 30 km. yolu 1,5 saatte alıp, Şarköy’ e varıyorum. Öncelikli yapmam gereken, kendime
konaklayacak bir yer bulmak. Şarköy’ de sahile çıktığınızda yol üzerinde bir sürü
pansiyon var. Ben de nedense ismi hoşuma gittiği için “Elif pansiyon” u
seçiyorum. Fiyatta 50 lira diye duyunca anlaşıyoruz. Ama tek şartım var.
Bisikleti odaya sokacağım diyor. İlk önce kadın reddetse de bisikletimin benim
için değerli olduğunda ısrarımı görüp kabul ediyor. Hemen bisikleti içeri
koyuyor, duşumu alıyorum. Odaya şöyle bir baktığımda 20 liradan fazla etmeyecek
bir yer olduğunu görüyorum. Neyse artık girdik içeri arıza yapmayalım.
Karnımı doyurmak ve biraz etrafı görmek için kendimi dışarı atıyorum.
Geçen yıl buraya Serhat’ la gelmiştik. O
zamanda ağustosun en sıcak ayında Uçmakdere’ yi tırmanmış, yolda Trabzon’dan
bisikleti ile gelen bir turcuyu da yanımıza katmıştık. Ama o zaman İstanbul’ a
dönmemiz gerektiği için Şarköy’ ü dolaşamamıştık.
Şarköy denizi pis, ama sosyal olarak çok gelişmiş bir ilçe.
Etraf cıvıl cıvıl, bisiklete binenler, piyasa yapanlar, her çeşit insan var.
Sahil yolunun trafiğe kapalı olması ve yol üstünün kafelerle dolu olması güzel
bir hava veriyor. İskelesine de bayıldım. Orası da çok kalabalık. Denize
değişik figürlerde atlayan gençler ve onların etrafında da genişçe bir izleyici
kitlesi bulunuyor.
Arka sokaklara gidip bir köfteci buluyorum ve aç karnımı bir
güzel doyurduktan sonra, hava olsun diye konumumu facebookta paylaşıyorum.
Hemen ardından arkadaşım Deniz bana mesaj atarak oğlunu bana yönlendirdiğini
söylüyor. Deniz İstanbul’ da çalışırken oğlu Yağız halası ile birlikte yazı
Şarköy’ de geçiriyor. Biraz beklemeden sonra Yağız yanıma geliyor ve annesinin
bana bir şişe şarap getirmesini istediğini söylüyor. Anlayacağınız yanıma
ekstra bir yük daha çıkıyor. Normalde o yükü o akşam boğarım ama, bir gün sonra
doğum günümde Gelibolu’ da rakı içmek istediğimden 2 gün üst üste alkol almak istemiyorum.
Şişemi alıp, Yağız’ la vedalaştıktan sonra odama
çekiliyorum. Duvarlarda 3-4 tane sivri sinek bulup onları öldürdükten sonra
uyumaya çekiliyorum. Ama arkadaş sivri sinek hiç kesilmiyor. Geçe uyanıyor ve etrafıma baktığımda sivri
sinek popülasyonunun epey arttığını görüyorum. Arkadaş öldür öldür bitmiyorlar.
Nereden geldiğine bulmaya çalışıyorum. Her yer kapalı. Sonra kapının altına bir
bakıyorum ki anaaaam, ulan şu uzay filmi vardı ya Yıldız savaşları. İşte o
filmde ana gemiden çıkan diğer uzay gemileri gibi bir sürü sivri sinek oradan
içeri giriyor. Şansa da sinkovu yanıma almamışım. Çarşafı tepeme çekip yatmak
mecburiyetindeyim. Zar zor uykuya dalıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder