Otobüse bisikletlerimizi yükledikten sonra hemen
koltuklarımıza yerleşip uyku moduna geçiyoruz. Ama otobüsün hareketleri arada
beni uyandırıyor. O kadar sert rampalar çıkıyoruz ki, bazı yerlerde abartırsak,
uzaya fırlatılacak mekikteki astronotlar misali sırtımız üzerinde gidiyoruz.
Bazı yerlerde ise, sanki koltuktan düşecekmişiz gibi otobüs yokuş aşağı
gidiyor. Bazı yerlerde çok sert frenlemeler, savrulmalar derken, 130 kilometre
yolu molayı düşünce 4 saatte gidiyor ve sabah 5.30 gibi Alanya otogarına
varıyoruz.
Serhat sabah namazını kıldıktan sonra otogar’ da bir
pastanede bir şeyler atıştırıp fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Ama öncesinde
Alanya’ da bizi bekleyen eski arkadaşım Elif’ e ona uğrayamayacağımızı anlatan
bir mesaj atarak özür diliyorum. Sonra ver elini Antalya yolu.
Güzel bir asfaltta, geniş emniyet şeridinde bir önceki günün
bende bıraktığı travmadan sıyrılmaya çalışarak yolumuza devam ediyoruz. Hava
sabah olduğu için serin ve güzel. Bir önceki gündeki gibi bisikletli görmemiş
insan suretleri yok. Hatta kimse umursamıyor bile. Bence bu daha güzel bir şey.
Rahat rahat Manavgat’ a kadar gidiyor ve ara bir şeyler atıştırmak için bir
pastanede oturuyoruz. Yan masada yaşça bizden genç iki kişi ile sohbete
başlıyoruz. Adama geldiğimiz yolu anlattığımızda “yok, hayatta inanmam, kimse
gelemez o yolu” gibi saçma bir diyaloğa giriyor. Yahu seni inandırmak zorunda
değiliz. Ama adam ikide bir “yok, inanmıyorum “diyor. En son strava kaydını
çıkarıyorum. Gözüne sokuyorum. Ama benim o anki ruh halim g..üne sokmaktan
yana. En sonunda da o da niyetimi anlayıp konuyu yıkama yağlamaya çeviriyor. En
sonunda hayırlı bir şey söyleyip Aksu’ da piyaz ve köfte yiyebileceğimiz “Aslım
Özşimşekler” diye bir lokanta tarif ediyor. Mutlaka orada yememiz gerektiğini,
çok leziz olduğunu söylüyor.
Teşekkür edip, olay mahallini hızla terk ediyoruz. Yol
hakkında pek anlatılacak bir şey yok.
Yollar çok iyi durumda. Ve en sonunda Antalya tabelasına ulaşıyoruz.
Orada fotoğraf çekerken yanımıza bir motorlu yaklaşıyor. 50 yaşlarındaki adam
1995 yılında bizim rotanın neredeyse aynısını bisikletle geçtiğini, şimdi ise
motoru tercih ettiğini söylüyor. Altındaki motoru da (Güzel bir motordu)
Mersin’ de sadece bu tur için almış ve Marmaris’ e kadar gidecekmiş. Orada da
nasıl olsa 200-300 tl farkla satarım diyor. Maceracı bir tip. Tabela altında
kendi fotoğrafını çektiriyor. Sonra da bizim fotoğrafımız çekiyor ve
vedalaşıyoruz.
En nihayetinde Aksu’ ya varıyoruz. Serhat Cuma namazını
kıldıktan sonra Aslım Özşimşekler lokantasını arıyoruz. Yalnız bir sıkıntı var,
lokanta yolun karşısında ve Aksu’ daki kavşak çalışması nedeni ile yollar
birbirine girmiş. Karşıya geçiş yeri bulamıyoruz. Ama bizim tarafımızda ise
Şimşekler lokantası var. Biraz dikkatli baktığımızda ise, bir de Özşimşekler
diye bir lokanta görüyoruz. Evrim teorisine göre bu lokantaların kökeninin
Şimşekler lokantasına dayandığı varsayımını kurarak (Bknz.Koç ,Hakiki Koç, Öz
Hakiki Koç, Vallahi billahi Öz hakiki Koç Vakası) Şimşekler lokantasına
kuruluyoruz.
Lokanta gayet sistemli çalışıyor. İlk önce masamıza
yeşillikler, ardından Ayran ve su, sonra Piyaz ve sonra sırasıyla Köfte, tatlı
en sonunda da çay geliyor. Ama en önemlisi bunları getirenlerin hepsinin tek
bir görevi var. Örneğin, sadece ayran götüren ya da sadece piyaz götüren
garsonlar var. Bant usulü bir çalışma sistemi gibi. Ve en son hesabı da başka
bir garson tahsil ediyor. Lezzetler gerçekten güzel. Fiyat ise Antalya’ ya
yaklaştığımız bildirir gibi. Adam başı 30 Tl. ödüyoruz. Uzun bir molanın
ardından çok yakın mesafede bulunan Antalya havalimanına varıyoruz. Geçen yıl
Bodrum’ dan alışık olmamız nedeni ile bagajlarımızı ve bisikletimizi X-ray
cihazına hazır hale getirip, x-ray cihazından hızla geçiyoruz. Hemen Onur air
kontuarına gidip işlemlere hazırlık yapacağız. Onlar bizi bisikletler ile
ilgili bedel ödemek için başka yere yönlendirecek falan filan derken, İlk sorun
ortaya çıkıyor. Kontuardaki görevli bayan bisikletleri sökmemiz gerektiğini
söylüyor. Bizde Onur air’ in bu şekilde kabul ettiğini ve geçen yılda bodrumdan
bu hali ile gittiğimiz söylüyorum. Bizi bilet satış bölümüne yönlendiriyorlar.
Oradaki arkadaşlar da bize aynı şeyi söylediğinde merkezden onay almalarını
söylüyorum. Merkez bisikletlerin bizim dediğimiz gibi kabul edildiğini
söylüyorlar. 1. Aşamayı hafif stresle atlatıyoruz.
Bisiklet bedellerini ödedikten sonra büyük paket geçişine
yönlendiriliyoruz. Burada da bu sefer polis sıkıntı çıkarıyor. Tekrar ilk iki
banko arasında koşturduktan sonra polis ikna oluyor. Bu arada Çelebi nin yer
hizmetleri şefi olduğunu zannettiğimiz (Şimdi söylediklerimi başka insanlara
söylemem. Ama şekli ve karakteri oturduğundan bu hakkediyor) Şebek kulaklı,
yüzünden kompleks akan, ağzı 3 hafta önce ölmüş hayvan leşi gibi kokan, buralar
benim havasındaki şerefsiz bisikleti böyle kabul edemeyiz diyor. Tekrar ilk iki
banko arasındaki koşuşturmadan sonra, onu da ikna ediyor ve tam bisikletlerin
yanına gittiğimizde bu şebek “bisikletlerin başına bir şey gelirse sorumluluk
almam diyor” O an Serhat tam adama dalmaya yeltenecekken kaş göz işareti ile
durduruyorum. Keşke durdurmasaymışım.
Uçağa binmeden önce tuvalette üstümüzü değiştirip, 2 gündür
duş alamadığımızdan dolayı bol miktarda parfüm harcayıp hazırlanıyoruz. Uçağın
saati yaklaştığında 2.kontrol noktasına geçip uçağı beklerken, 40 dakika rötar
yediğimizi öğreniyor ve Bodrum’ da 2,5 saat rötar yediğimizden buna dua ediyoruz.
Bodrum’ da bisikletler uçağa görevliler tarafından çok nazik bir şekilde
paletin üzerinde ellerine alıp iterek çıkartmışlardı. Burada da aynı şekilde mi
olacak diye heyecanla camdan izliyoruz. Ama bir süre sonra bavulların
gözlerimiz önünde hayvani şekilde yüklendiğini gördüğümüzde endişeye
kapılıyoruz. Hatta bavullar yüklenmiyor, dövülüp yerlere atılıyor.
Anlatılmayacak kadar rezil bir manzara var.
Kapının kapanmasına 1-2 dakika kalmasına rağmen bizim bisikletler bir
türlü yüklenmiyor. Kapıdakiler bizim gelmemizi, kapının kapanacağını
söylüyorlar. Tam o sırada bizim bisikletler yüklenmeye, pardon fırlatılmaya
başlanıyor. Görevli bisikleti paletin üzerine yukarı kaldırıp fırlatıyor.
Abartı değil, bilerek ve kasıtlı halter gibi yukarı kaldırıp paletin üzerine
vuruyor. Hızla kapıya koşuyor ve durumu o öfkeyle anlatıyoruz. Kapıdaki bir
bayan görevli hemen ilgilenip not alıyor ve hızlı bir şekilde telsizle
konuşuyor. Ve bizi apar topar uçağa alıyorlar. Meğerse sonradan öğrendiğim,
böyle ilgileniyor gibi yapıp milleti sakinleştirip postalama taktiğiymiş.
Uçağa binip hareket ediyoruz. O bir saatlik yol bize
geçmiyor. Acaba bir şey oldu mu endişesi çok fazla var. Hava limanına
vardığımızda ilk önce heybelerimiz, daha sonra da bisikletler geliyor. Benim bisikleti
elime aldığımda hemen arka tekerin kaskatı olduğunu görüyorum. Neyden
kaynaklandığını çözmeye çalışıyor ve nedenini hemen buluyoruz. Bisikleti palete
vurması nedeni ile bisikletin jant sekiz olmuş ve nasıl olmuşsa her taraftan
yamulmuştu. Belki de tek bir yerde yere vurulmamıştı. Neyse ki Serhat’ın
bisiklette bir sıkıntı yok.
O hışımla Çelebi’ nin kayıp eşya birimine gidiyorum. Orada
fiilen kıçıyla konuşan bir görevli sözde yardımcı oluyor. Bana şikayet
dilekçesi yazdırıyor. Lavuk o kadar sahte bir ilgi gösteriyor ki, dalmamak için
kendimi zor tutuyorum. Siz siz olun,
önceden yazdığım yazılara bakıp Onur Air’ le bisikletiniz açık olarak
taşımayın. %50 ihtimalle aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Bisiklet sürülemez
halde olduğundan dışarı çıkıyor ve taksi arıyoruz. Şansa bir tane taksi yok.
Olsa da bize bagajı büyük bir şey lazım 5-6 dakika sonra SW bie taksi buluyor
ve havalimanından ayrılıyorum. Bu konuyu unutmaya ve turun güzelliklerini
aklıma getirmeye çalışarak evin önüne varıyorum.
Evdekilerin o gün geleceğimden haberleri yok. Bende bir
muziplik yapıyor ve evimizin yanındaki markette, marketin sahibi Hüseyin abi
ile selfi çekip facebook adresime ekliyorum. Sonra da eşimi arayıp facebook’ a
bakmasını istiyorum. O kadar şaşkın ki bana telefon açıp, “Hüseyin abiye ne
kadar benziyor? Nerede çektin? “ diye soruyor. Aşağıda olduğumu söylediğimde
hemen beni karşılıyorlar. Ve her zaman anılarımda yaşayacak olan bir turumu
daha acısı ve tatlısı ile sonlandırıyorum.
Şimdi ne yapıyoruz diye düşünen olursa, önümüzdeki yılı iple
çekiyoruz. Serhat’ la her gün 3-5 tane tur rotası planlıyor uzun mu olsun, kısa
mı olsun pazarlıkları yapıyoruz. Bazen
uçuk rotalar çıkıyor, bazen de çok güzel rotalar. Bazen Çine gidelim G-216 kara
yolunu geçelim derken, bazen de hadi bir de hadi bir Yunanistan yapalım
diyoruz. Yani anlayacağınız sağlığımız yerinde olduğu sürece kabamız daha çok
seleyi görecek.
Bisiklet mi? Jant düzelemeyecek durumda olduğundan yeni bir
jant taktırdım. İşyerine gidişlerimde MTB yi kullanıp Fuji Touring’ i sadece
cumartesi günleri yanıma alıyorum. Uzaklara gitmek için ona daha çok ihtiyacım
var.