12 Ağustos 2015 Çarşamba

TRANS ANATOLİAN TOUR 4.GÜN

Sabah 05.30 da uyanıp, 06.30 da yola koyuluyoruz. Hava bugün kapalı, soğuk  ve hafiften yağmur çiseliyor. Daha 10 kilometre olmadan yağmurun şiddetleneceğini düşünüp, heybelerimize teknolojinin son harikası lila renkli çöp torbalarımızı bağlamak için bir benzinliğe giriyoruz. Benzinlik çalışanı ile selamlaşıp torbalarımızı bağlarken, çalışan arkadaş “isterseniz çay için” diyor. Tabii işin içinde çay ve teklif edilenlerin birisi de Serhat olunca, bize de sadece tamam demek düşüyor. Çantaları hazırlayıp içeri giriyoruz. Bu arada benzinlikteki çalışanla 1-2 kelime haybeden sohbetten sonra bir anda anlayamadığımız şekilde adamın tavrı soğuklaşmaya bizimle sohbet etmemeye başlıyor. Çay ne zaman hazır olacağını sorduğumuzda “daha demlemedim” deyince Serhat’ la telepatik olarak görüşüp “arkadaş arıza galiba. Biz hemen kalkalım” diyerek. Olay mahallinden hızla uzaklaşıyoruz. Nedenini anlayamadığımız gizemli bir olay olarak anılarımızda kalıyor.

Yolda rüzgar bize eşlik etmeye devam ediyor. Aslında yola yağmur nedeni ile rota değiştirmeden ilk planladığımız gibi Dalaman’ dan başlasaydık, bu rüzgarlar arkadan gelip bizim için büyük avantaj olacaktı. Ama maalesef şu an duvar görevi görüyor. Konya’ ya geldik her yer düz savımız ise şu ana kadar tutmadı. O hafif küçük rampalar rüzgarlarla birleşince totomuzu tırmalar hala geliyor. Allahtan yağmur olayı olmuyor da bir de o sıkıntı ile cebelleşmiyoruz. Ama hava “yağarımda, yağmamda. Henüz karar vermedim” durumunda tehditlerini savurmaya devam ediyor.

Yaklaşık 4 saatin sonunda tırmanmamız bitiyor ve rüzgarın etkisi ile pek hızlanmadan güzel bir yokuş iniyoruz. Yokuşun bitişinde “Konya denizi” ile karşılaşmam ve bende bıraktığı hayranlık gerçekten güzel. Toroslara kadar alabildiğine dümdüz, başına gelebilecek doğal bir tehlikeden en az yarım saat önce haberin olacak kadar düz ve sıkıcı yollar desem de, biraz düz yol görmenin sevinci de var hani. Hemen Konya tabelasının altında pozumuzu verip, Konya’nın içine dalıyoruz. İstikamet Mevlana türbesi, ardından etli ekmek.

Konya’nın bir çok şeyi meşhur. Bunlardan birisi de bisiklet yolları. Ve gittiğimiz yol üzeri neredeyse tamamen bisiklet yoluydu. Ancaaak; Biz böyyük şeherden gelmiş danalar, nedense bisiklet yoluna girmeden hurra anayoldan devam ediyoruz. Bir yandan girelim diye düşünüyorum ama, diğer yandan vakit kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum.  Bu arada Konya gerçekten büyük bir şehir. 15 Kilometre gitmemize rağmen şehir merkezinde bulunan Mevlana türbesine ancak varıyoruz. Birde yoldaki tabelaların düzgün yapılmamasından kaynaklı küçük bir kaybolma yaşıyoruz.

Türbeye az kalmışken yol kenarında bir lokantayı hemen işaretliyorum.  Öğlen yemeğini burada yiyeceğiz. Dolana dolana türbenin giriş kapısını buluyoruz. Kapıda aklımda kaldığı kadarı ile 25 tl gibi uçuk bir rakam görünce, “Mevlana rüyama girsin ben buraya girmeyeyim” havası bir anda oluşuyor. Neyse ki güvenlikten o bilet bedelinin yabancılar için olduğunu, yerliler, yani biz siyular için 2-3 tl gibi bir fiyat olduğunu öğreniyoruz. O sevinçle Mevlana’nın huzuruna çıkıyoruz. İçerisi tıklım tıklım. Özellikle Kimilerine göre Çinli, Bana göre Japon aslında Koreli olabilme ihtimali yüksek turistler çok sayıda bulunuyor. İçeride bir tur atıp, bol bol fotoğraf çektikten sonra girişte bıraktığımız bisikletlerin acaba uçup gider mi stresinden kurtulmak için hızla bisikletlerin yanına dönüyoruz. Bisikletlerden uzak kalmak beni ciddi rahatsız ediyor.

Türbeden çıkıp karşıda hediyelik eşya satan dükkanlara dalıyor, bol bol Mevlana magneti ve  Mevlana şekeri alıp İstanbul’ a göndermek için kargo şubesine gidiyoruz. Kargoya o sırada gelen 1 kamyon dolusu paket yüzünden 40 dakika kadar vakit kaybedip, yolda işaretlediğim Şifa Lokantasında soluğu alıyoruz. Lezzetli etli ekmeklerimizi ve yanında daha birçok şey yedikten sonra hemen yola koyuluyoruz. Konya’ nın acayip karışık trafiğinden kurtulup, yolumuza ediyoruz. Bu arada bir gece önce aldığımız karar ile rotayı değiştirip yönümüzü Ereğli yerine, Seydişehir’ e doğru çeviriyoruz. Ancak o yolun çok sıkıntılı öğrenip yolumuz bu sefer Karaman’ a doğru çevireceğiz.  Konya denizinde rüzgar nedeniyle 25 kilometre hızı çok zor görerek bacak ağrısı şiddetlenmiş bir şekilde yola devam ediyoruz. Bacağımdaki ağrı o kadar arttı ki artık sadece inip binerken acı çekmiyorum, artık her pedala basışta canım fena yanıyor. İçeri Çumra da limonata almak için durduğumuz marketin önünde yere oturuyor ve kalkamıyorum. Bir süre dinlendikten sonra ayağa zar zor kalkıp bisiklete biniyor ve yolumuza devam ediyorum.

Yaklaşık 10 kilometre sonra bir anda Serhat’ ın uyarısıyla benim hizamda Serhat’ a doğru koşan fazla gelişmiş iki kangalın koştuğunu gördüm. O panikle kendimi geniş yolun diğer yakasına hızla atıyor ve köpeklerden kurtuluyorum. O ıssızlığın ortasında Serhat’ ın dikkati olmasa o köpeklere karşı hiçbir şansımız olmazdı. Daha olayın şokunu atlatamadan 1-2 kilometre sonra, 2 köpek daha yolda bizi bekliyordu. Bu sefer hazırlıklı bir şekilde Dayzeri çekip direk kafalarına sıkıyorum. O aslanlar gibi haykıran köpekler bir anda viyaklayıp kaçıyorlar. Bende rahatlıyorum.

Serhat’ ın ikindi namazı için Avdul köyünde mola veriyoruz. Ben Serhat’ ı beklerken köyün 4 tane utangaç ve çok şirin çocuğu ile sohbet kurmaya çalışıyorum. Çocuklar Ilgındaki veletlerin aksine sorularıma kısa cevaplar veriyor, en cesur olanlarının kulağına fısıldayıp benimle öyle diyalog kuruyorlar. Nedense çok kanım kaynıyor onlara. Serhat’ ta camiden çıkıp sohbete katılınca hoş bir ortam oluşuyor. Ardın fotoğraf çekilip ayrılacakken, birisi cesur arkadaşlarının kulağına fısıldıyor ve “sizinle  yarışabilir miyiz?” sorusu geliyor. Memnuniyetle kabul edip, köyün çıkışına kadar olmak şartıyla yarışmayı kabul ediyor ve doğal olarak yeniliyoruz.

Önümüzde 50 kilometre mesafe ve karşımızda ciddiye alınması gereken rüzgarla yolumuza devam ediyoruz.  Yol bu şekilde 3 saat sürüyor ve hava karardıktan yaklaşık 3 saat sonra Valisi ile meşhur Karaman’ ın girişine varıyoruz.  Hemen öğretmenevini arayıp yerini sormayı planlarken, öğretmen evinde boş oda kalmadığını öğreniyoruz. O sırada yanımıza bir araç yaklaşıp içinden inen meraklı bir kişi sayesinde 2-3 kilometre içeride bir otelin olduğunu öğreniyoruz. Birkaç kişiye daha sorduktan sonra otelin önüne geldiğimizde bu otelin boyumuzu aşacak gibi durduğu kanaatine varıyoruz. Dışarıda Baş ve son pazarlıkçı Serhat’ la en fazla kaç liraya kadar pazarlık yapalım diye planlama yaptığımızda kişi başı maksimum 60 liraya kadar kabul etme kararı alıyoruz. Fiyat sorduğumuzda 50 lira demeleriyle küçük bir şok yaşayıp, Serhat’ ın alışkanlığı ile yine pazarlık yapmaya kalkması ve benim ona telepatik olarak “Hacı ayakta zor duruyorum. Zorlama” baskılarımla hemen odaya çıkıyoruz. Lobiden telefonunu aldığımız pizzacıdan verdiğimiz sipariş İstanbul’ a göre yarı zamanda gelmesiyle, pizzaya hiç acımadan saldırıyor ve 3-4 dakika içinde ortada kutudan başka delil bırakmıyoruz. Ağrılarımdan dolayı yatmadan önce 2 tane 600 lük brufen çakıyorum.

Artık Konya ovasını bitirmenin verdiği rahatlık ile yarın Akdeniz kıyılarına ulaşma hayalinin verdiği derin heyecanla uykuya çekiliyoruz. 















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder