Sabah 05.30 da uyanıp, 06.30 da yola koyuluyoruz. Hava bugün
kapalı, soğuk ve hafiften yağmur
çiseliyor. Daha 10 kilometre olmadan yağmurun şiddetleneceğini düşünüp,
heybelerimize teknolojinin son harikası lila renkli çöp torbalarımızı bağlamak
için bir benzinliğe giriyoruz. Benzinlik çalışanı ile selamlaşıp torbalarımızı
bağlarken, çalışan arkadaş “isterseniz çay için” diyor. Tabii işin içinde çay
ve teklif edilenlerin birisi de Serhat olunca, bize de sadece tamam demek
düşüyor. Çantaları hazırlayıp içeri giriyoruz. Bu arada benzinlikteki çalışanla
1-2 kelime haybeden sohbetten sonra bir anda anlayamadığımız şekilde adamın
tavrı soğuklaşmaya bizimle sohbet etmemeye başlıyor. Çay ne zaman hazır
olacağını sorduğumuzda “daha demlemedim” deyince Serhat’ la telepatik olarak
görüşüp “arkadaş arıza galiba. Biz hemen kalkalım” diyerek. Olay mahallinden
hızla uzaklaşıyoruz. Nedenini anlayamadığımız gizemli bir olay olarak
anılarımızda kalıyor.
Yolda rüzgar bize eşlik etmeye devam ediyor. Aslında yola
yağmur nedeni ile rota değiştirmeden ilk planladığımız gibi Dalaman’ dan
başlasaydık, bu rüzgarlar arkadan gelip bizim için büyük avantaj olacaktı. Ama
maalesef şu an duvar görevi görüyor. Konya’ ya geldik her yer düz savımız ise
şu ana kadar tutmadı. O hafif küçük rampalar rüzgarlarla birleşince totomuzu
tırmalar hala geliyor. Allahtan yağmur olayı olmuyor da bir de o sıkıntı ile
cebelleşmiyoruz. Ama hava “yağarımda, yağmamda. Henüz karar vermedim” durumunda
tehditlerini savurmaya devam ediyor.
Yaklaşık 4 saatin sonunda tırmanmamız bitiyor ve rüzgarın
etkisi ile pek hızlanmadan güzel bir yokuş iniyoruz. Yokuşun bitişinde “Konya
denizi” ile karşılaşmam ve bende bıraktığı hayranlık gerçekten güzel. Toroslara
kadar alabildiğine dümdüz, başına gelebilecek doğal bir tehlikeden en az yarım
saat önce haberin olacak kadar düz ve sıkıcı yollar desem de, biraz düz yol
görmenin sevinci de var hani. Hemen Konya tabelasının altında pozumuzu verip,
Konya’nın içine dalıyoruz. İstikamet Mevlana türbesi, ardından etli ekmek.
Konya’nın bir çok şeyi meşhur. Bunlardan birisi de bisiklet
yolları. Ve gittiğimiz yol üzeri neredeyse tamamen bisiklet yoluydu. Ancaaak;
Biz böyyük şeherden gelmiş danalar, nedense bisiklet yoluna girmeden hurra
anayoldan devam ediyoruz. Bir yandan girelim diye düşünüyorum ama, diğer yandan
vakit kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum.
Bu arada Konya gerçekten büyük bir şehir. 15 Kilometre gitmemize rağmen
şehir merkezinde bulunan Mevlana türbesine ancak varıyoruz. Birde yoldaki
tabelaların düzgün yapılmamasından kaynaklı küçük bir kaybolma yaşıyoruz.
Türbeye az kalmışken yol kenarında bir lokantayı hemen
işaretliyorum. Öğlen yemeğini burada
yiyeceğiz. Dolana dolana türbenin giriş kapısını buluyoruz. Kapıda aklımda kaldığı
kadarı ile 25 tl gibi uçuk bir rakam görünce, “Mevlana rüyama girsin ben buraya
girmeyeyim” havası bir anda oluşuyor. Neyse ki güvenlikten o bilet bedelinin
yabancılar için olduğunu, yerliler, yani biz siyular için 2-3 tl gibi bir fiyat
olduğunu öğreniyoruz. O sevinçle Mevlana’nın huzuruna çıkıyoruz. İçerisi tıklım
tıklım. Özellikle Kimilerine göre Çinli, Bana göre Japon aslında Koreli
olabilme ihtimali yüksek turistler çok sayıda bulunuyor. İçeride bir tur atıp,
bol bol fotoğraf çektikten sonra girişte bıraktığımız bisikletlerin acaba uçup
gider mi stresinden kurtulmak için hızla bisikletlerin yanına dönüyoruz.
Bisikletlerden uzak kalmak beni ciddi rahatsız ediyor.
Türbeden çıkıp karşıda hediyelik eşya satan dükkanlara
dalıyor, bol bol Mevlana magneti ve
Mevlana şekeri alıp İstanbul’ a göndermek için kargo şubesine gidiyoruz.
Kargoya o sırada gelen 1 kamyon dolusu paket yüzünden 40 dakika kadar vakit
kaybedip, yolda işaretlediğim Şifa Lokantasında soluğu alıyoruz. Lezzetli etli
ekmeklerimizi ve yanında daha birçok şey yedikten sonra hemen yola koyuluyoruz.
Konya’ nın acayip karışık trafiğinden kurtulup, yolumuza ediyoruz. Bu arada bir
gece önce aldığımız karar ile rotayı değiştirip yönümüzü Ereğli yerine, Seydişehir’
e doğru çeviriyoruz. Ancak o yolun çok sıkıntılı öğrenip yolumuz bu sefer
Karaman’ a doğru çevireceğiz. Konya
denizinde rüzgar nedeniyle 25 kilometre hızı çok zor görerek bacak ağrısı
şiddetlenmiş bir şekilde yola devam ediyoruz. Bacağımdaki ağrı o kadar arttı ki
artık sadece inip binerken acı çekmiyorum, artık her pedala basışta canım fena
yanıyor. İçeri Çumra da limonata almak için durduğumuz marketin önünde yere
oturuyor ve kalkamıyorum. Bir süre dinlendikten sonra ayağa zar zor kalkıp
bisiklete biniyor ve yolumuza devam ediyorum.
Yaklaşık 10 kilometre sonra bir anda Serhat’ ın uyarısıyla benim
hizamda Serhat’ a doğru koşan fazla gelişmiş iki kangalın koştuğunu gördüm. O
panikle kendimi geniş yolun diğer yakasına hızla atıyor ve köpeklerden
kurtuluyorum. O ıssızlığın ortasında Serhat’ ın dikkati olmasa o köpeklere
karşı hiçbir şansımız olmazdı. Daha olayın şokunu atlatamadan 1-2 kilometre
sonra, 2 köpek daha yolda bizi bekliyordu. Bu sefer hazırlıklı bir şekilde
Dayzeri çekip direk kafalarına sıkıyorum. O aslanlar gibi haykıran köpekler bir
anda viyaklayıp kaçıyorlar. Bende rahatlıyorum.
Serhat’ ın ikindi namazı için Avdul köyünde mola veriyoruz.
Ben Serhat’ ı beklerken köyün 4 tane utangaç ve çok şirin çocuğu ile sohbet
kurmaya çalışıyorum. Çocuklar Ilgındaki veletlerin aksine sorularıma kısa
cevaplar veriyor, en cesur olanlarının kulağına fısıldayıp benimle öyle diyalog
kuruyorlar. Nedense çok kanım kaynıyor onlara. Serhat’ ta camiden çıkıp sohbete
katılınca hoş bir ortam oluşuyor. Ardın fotoğraf çekilip ayrılacakken, birisi
cesur arkadaşlarının kulağına fısıldıyor ve “sizinle yarışabilir miyiz?” sorusu geliyor.
Memnuniyetle kabul edip, köyün çıkışına kadar olmak şartıyla yarışmayı kabul
ediyor ve doğal olarak yeniliyoruz.
Önümüzde 50 kilometre mesafe ve karşımızda ciddiye alınması
gereken rüzgarla yolumuza devam ediyoruz.
Yol bu şekilde 3 saat sürüyor ve hava karardıktan yaklaşık 3 saat sonra
Valisi ile meşhur Karaman’ ın girişine varıyoruz. Hemen öğretmenevini arayıp yerini sormayı
planlarken, öğretmen evinde boş oda kalmadığını öğreniyoruz. O sırada yanımıza
bir araç yaklaşıp içinden inen meraklı bir kişi sayesinde 2-3 kilometre içeride
bir otelin olduğunu öğreniyoruz. Birkaç kişiye daha sorduktan sonra otelin
önüne geldiğimizde bu otelin boyumuzu aşacak gibi durduğu kanaatine varıyoruz.
Dışarıda Baş ve son pazarlıkçı Serhat’ la en fazla kaç liraya kadar pazarlık
yapalım diye planlama yaptığımızda kişi başı maksimum 60 liraya kadar kabul
etme kararı alıyoruz. Fiyat sorduğumuzda 50 lira demeleriyle küçük bir şok
yaşayıp, Serhat’ ın alışkanlığı ile yine pazarlık yapmaya kalkması ve benim ona
telepatik olarak “Hacı ayakta zor duruyorum. Zorlama” baskılarımla hemen odaya
çıkıyoruz. Lobiden telefonunu aldığımız pizzacıdan verdiğimiz sipariş İstanbul’
a göre yarı zamanda gelmesiyle, pizzaya hiç acımadan saldırıyor ve 3-4 dakika
içinde ortada kutudan başka delil bırakmıyoruz. Ağrılarımdan dolayı yatmadan
önce 2 tane 600 lük brufen çakıyorum.
Artık Konya ovasını bitirmenin verdiği rahatlık ile yarın
Akdeniz kıyılarına ulaşma hayalinin verdiği derin heyecanla uykuya çekiliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder