12 Ağustos 2015 Çarşamba

TRANS ANATOLİAN TOUR 3.GÜN

Bu sabah biraz daha geç olarak 5.30 da kalkıyoruz. Bütün gecem tuvaletle yatak arasında mekik dokumakla geçiyor. Aynı anda inanılmaz su tüketiyorum. Zaten bol bol su tüketmeye gayret ediyorum. Geçen yıl bu dengeyi sağlamakta güçlük çektiğimizden biraz endişe yaşamıştık. Sol bacağım ise fena acıyor. Hareketle ısınana kadar neredeyse yerde sürüklüyorum.
Benim hazırlanma ritüelim gayet yavaş bir şekilde başlıyor. Yarım yamalak hazırlanmış şekilde aşağı inerken son bir kez yolda en yakın dostum olacak tuvalete uğruyor ve yanıma bacağımı da alıp aşağıya iniyorum. Serhat’ ın hızına yetişmek için epey çaba sarf ediyorum desem yalan olmaz. O zaten heybeyi sökmüyor, sadece gece kullanacaklarını yanına alıyor. Benim heybede netbook, kamera vs. olduğu için ve serde kıllık/güvensizlik olduğu için yol bilgisayarını bile söküyorum. Bir nevi büyükşehir güvensizliği.
Yola çıkıyor ve duruyoruz. Heybeyi tam sabitleyememişim. Tekrar çıkıyor ve duruyoruz. Aklımda değil ama haybeye bir şeyi kontrol ediyorum.  Tekrar çıkıyor ve bu sefer ben duruyorum. “Hacı sen git ben strava kaydını açmayı unuttum” diyorum. Yuh bana. Neyse ki  şortu filan giymeyi unutmamışım.
Eski rotanın 50 km gerisindeyiz bir de utanmadan 3.güne Konya düzlükleri diye 270 km yol planlamışız. Rotanın gerisinde kaldığımızı da hesaba katarsanız 320 km yol ediyor. Ama tamamlama ihtimalimizi zor görüyorum. Zaten akşam yemeğindeki konuşmalarımızda rota değişikliği ihtimalini konuşuyoruz. Genelde kararımızı yol ayrım noktalarında verdiğimizden Konya civarı kararımızı kesinleştireceğiz.
Emirdağ’ ın sonuna doğru sağdan soldan köpekler çıkıyor.  Uzaktan havlayıp bizi takip etmekle yetindikleri için tehlike oluşturmuyorlar. Ama tam çıkışta koyun sürüsünün içinden 4-5 tane çoban köpeği kararlı ve agresif bir şekilde bize doğru koşmaya başlıyor. Yolun soluna geçmemize rağmen çoban köpeklerindeki sürü koruma güdüsü ile bize dalma ihtimali olduğu için ciddi panikliyorum. Hemen köpek kovucuyu elime alıp bisikletten iniyorum. Köpekler yolu geçmeye hazırlanırken çobanın bir ıslığı köpeklerin hemen geriye doğru dönmesini sağlıyor. Çobana selam verip temkinli olarak geçiyoruz. Yolda birkaç yerde daha koyun görüyor ve hemen yolun soluna geçip devam ediyoruz.
Yol dişli asfalt tarzı her yerinde yama ve delikler olan kötü bir yol. Anlaşılan bugün romatizmalarımıza çare bulup, böbreklerimizdeki kum ve taşları dökeceğimiz belli oluyor. Bu arada Emirdağ çıkışından sonra rampa tırmanışımız başlıyor. Kötü ve tozlu yolda yaklaşık 20 km tırmanıyoruz. Tırmanma süresince sol bacağıma fazla yüklenmeden rölanti bir hızla çıkıyor, yolun sakinliğinden de faydalanarak yan yana konudan konuya atlayarak muazzam bir geyik karadeliğine düşüyoruz. Konun içinde Osmanlı, Beşiktaş, Mevzuat ve bir sürü birbirinden atlama imkanı olmayan sohbetlerimiz oluyor.
20. km den sonra  tatlı bir eğimle aşağı doğru süzülmemiz başlıyor.  Bu süzülme bir süre sonra karşıdan gelen rüzgarla bizim aşağıya eğimde pedal çevirme hatta zorlama durumuna gelmesi ile günün beter geçeceğinin ilk sinyallerini alıyoruz. Bu arada yıllarca unutamayacağım dişli köyüne giriş yapıyoruz. Köyün unutulamama nedeni ise büyük bir ihtimal muhtar olan kişinin hoparlörlerden yaptığı açıklama ya da açıklamama. Köyün girişi ile çıkışı arasındaki mesafe yaklaşık 2 ya da 2,5 km olmasına rağmen ve biz köyün girişinde iken konuşmaya başlayan muhtar efendinin köy çıkışına kadar konuşmasının sadece ve sadece en fazla 15-20 kelimesini dinleyebildik. Tamam anlıyoruz köylerde hayat büyük şehirlere göre daha yavaş akıyor. Ama bu konuşmanın da bu kadar yavaş olması gerektiği anlamına gelmiyor. En iyisinden tahmin edersem, muhtar duyuruyu  yazarken büyük ihtimal mikrofonu açık unutmuş olmalı.
40. Km.de Bolvadin çıkışında bir lokanta görüyor ve oraya yöneliyoruz derken, bir ıslık ile 50 metre ötede başka bir lokantanın kapısındaki genç “abi orası değil, burası!” diyerek kafamızı karıştırıyor ve koyun gibi oraya yönelmemize yol açıyor. Neden burası diye sorduğumuzda “burası daha lezzetli, boşver orayı” diyor. Anlayacağınız pazarlama taktiği kurbanı oluyoruz.  Hemen çorbalarımızı söylüyor  ve fırlama garsonla geyiğimiz başlıyor.
Nereden geldiğimizde verdiği fırlama tepkilerle başlayan geyiğimiz onun okuldan atılması, Babasının banka müdürü olması, Şerefsiz patronunun 13-14 saat çalıştırması ile devam ediyor. Ama çocuk çok eğlenceli bir karakter. Birde kendisini farklı havalı bir karakter katmaya çalışması ile daha eğlenceli bir sohbet oluyor. En sonunda bir de bize meslek uydurması var ki çok güzel. Serhat’ ı hakim beni de Savcı yapıyor. Öyle iddialı ki muhasebecilik mesleğini bırakıp hemen oracıkta yargıya katılmaya hazırız. Ama torpil olmayınca cübbelerimizi orada bırakıp yola devam ediyoruz.
İstikamet Serhat’ ın en sevdiği içeceğin ismi olan ÇAY. Çay yolu soğuk, Çay yolu rüzgarlı. Ve rüzgarı kafadan almanın etkisi ile hızımız neredeyse dibe vuruyor. 20 km. lerde bir  hızla yola devam etmeye çalışıyoruz. Zar zor ite kaka Çay’ a gelip, bir bardak su dahi içmeden yolumuza sevgili dostumuz rüzgarla devam ediyoruz. Bir süre gittikten sonra yolda “Eber gölü” tabelasını görüyor ve aklıma hemen büyük usta Nazım’ ın O dizeleri aklıma geliyor;
Akarçay belki bir akar su,  belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir.
Akarçay Kütahya ve Gediz üzerinden gelir.Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip, kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitlik kayasının gölgesine girip çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun kırmızı ve beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde  Altıgöller Köprüsü'nün altından  gündoğuya dönerek
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda Büyük çobanlar Köyü'nü solda
ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, eber gölüne uğramadan koçhisar’ da tuz gölüne dökülür.

Solumuzda Eber gölü, Sağımızda karlı dağlar önümüzde rüzgarla yolumuza devam ediyoruz.  Molalarla 6,5 saatte topu topu 100 km yol gitmiş, grizu patlamasına müsait ve sol bacağım pert halde Akşehir’ e yani DÜNYANIN MERKEZİNE varıyoruz. Serhat öğlen namazını kıldıktan sonra yanımda gereksiz bulundurduğuma inandığım netbook ve hardiski iş yerine kargo ile yolluyorum. 2 kilo bile olsa ağırlık atmak ruhen beni rahatlatıyor. Hemen bir lokanta bulup birkaç dürüm boğazladıktan sonra, Nasrettin Hoca’ nın huzuruna varıyoruz. Oralara yolu düşen olursa Nasrettin Hoca’nın türbesini ziyaret etmesini, yanındaki Nasrettin hoca parkına uğramalarını tavsiye ederim. Hatta Akşehiri şöyle bir gezin. Gerçekten çok güzel ve huzurlu bir kent. Emekli olsam ege-akdeniz kıyıları yerine oraya yerleşmeyi düşünebilirim. Bende bıraktığı intiba çok olumlu.
Nasrettin Hoca türbesi girişinde ve oradaki görevlilerle biraz sohbet ediyoruz. Nerede konaklamayı planladığımız sorduklarında planımızın Kadınhanı ilçesi olduğunu söylediğimizde, bize Ilgında kalmamızı, orasının daha çok konaklama imkanı olduğunu hatta Öğretmenevinde  çalışanın bu gün akşehir’ de olduğunu bize yardımcı olabileceğini söylüyorlar. Çalışanlarla vedalaşıp 200 metre ötedeki belediyeye ait mağazadan Nasrettin Hoca temalı küçük magnetler alıp evdekilere “bakın size hediye aldık” havası yaratıyoruz. Ve yine yollar ve hırçın rüzgarla yolculuğumuz devam ediyor.
Hızımız 20 km nin üzerine çıkamadan fena halde devam ediyor. Akşehirde çok oyalanmamız ve sert rüzgar nedeni ile Ilgın’ da kalmamız kesinleşecek gibi. Benim bağırsak problemim yüzünden çok zorlanıyorum. Artık yolda bulduğum benzin istasyonlarını ziyaret etmek adetim haline geliyor. Rahatladım derken yarım saat sonra yine karnım şiş durumda oluyorum. Bu arada turun bugünü gerçekten soğuk geçiyor. Bacağım ise artık felaket boyutuna yaklaşmak üzere. Bu da durumumu daha da kötüleştiriyor. İkindi namazı için bir köyün kenarında durduğumuzda  yorgunluktan, bacak ağrısından ve karın şişliğinden 50 metre ötedeki camiye dahi gidemiyor, ve yolun kenarında bulunan bir durağın içindeki banka yığılıyorum. Hemen bir enerji jeli tüketip ayaklarımı bir yükseltiye kaldırıp biraz dinleniyorum. Ilgına 20 km. yol kalmasına rağmen acınası bir haldeyim. Program derseniz, ilk planlara göre sözde Ereğli’ de olacaktık. Hayallerle gerçekler örtüşmüyor.  
Yaklaşık 1,5 saatlik pedallamadan sonra Ilgın’ a varıyoruz. İlçenin girişinde termal otellerle karşılaşıyoruz. Ama bizim hedefimiz öğretmenevi. Biraz daha gittikten sonra marketten akşam yemek için bir şeyler alıyoruz.
Yola çıktığımızda 3 bisikletli velet peşimize takılıyor. “Abey yarışalım mı?” “Abey sizin bisikletler ne kadar?” “Abey bak nasıl gidiyorum?” diyerek bize eşlik ediyorlar. Bir ara bir tanesi haberlerde görmüş olabileceğiniz mobiletin üstüne yatarak motor sürenler gibi selenin üstüne uzanıp yere paralel halde bisikleti sürüyor. En sonunda Serhat dayanamayıp veletlerle takılmaya karar veriyor. 3-5 dakika yol kenarında Serhat’ı bekliyorum. Birlikte fotoğraf çektiklerini öğreniyorum.

Ilgın öğretmenevine vardığımızda binanın iş merkezi olduğunu görüp dumura uğruyorum. Serhat öğretmenevine çıkıyor ve kapalı olduğunu öğreniyoruz. Meğerse öğretmenevinin görevlisi Akşehir’ den hala dönmemiş. O nedenle hızla konaklama için yer arıyoruz. Öğretmenevine çok yakın mesafede büyük ihtimal işçiler için yapılmış motel tarzı 5 yataklı bir oda buluyoruz. Motel gayet temiz hemen duş, yemek ve yayılma. Sonrası malum. Kendimden geçmişim




















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder