Bu gün hayatımdaki dönüm günlerimdendi. 10 yıldır sefasını
sürdüğüm otuzlu yaşlarım bitmiş, artık resmen orta yaş sayılacak 40 yaşıma adım
atmıştım. Artık tansiyon, şekerden bahsetme ihtimalimin daha da yükseldiği ve
çocuklarımla kuşak çatışmasının kaçınılmaz olacağı yaştaydım. Artık bende tüm
sohbetlerime “bizim zamanımızda saygı vardı, saygı” gibi geyik diyaloglarla
başlayacaktım. Ama tek yapmayacağım şey emeklilik planı olacaktı. Hayatımın son
verimli yaşayabileceğim 10 yıllık periyoduna girmiştim. Hayatımın ilk 35 yılı
hep birilerine, bir şeylere karşı duyulan sorumluluk duyguları ile geçmişti.
Hayatımın bu 10 yıllık periyodunda ise bunu iyice hafifletme niyetim vardı. Eh
bir dönem nasıl başlarsa öyle kapanır mantığı ile motive olmakta bence güzeldi.
Sabah 7 gibi kalkıp eşyalarımı topluyor ve sokağa çıkıyorum.
Bisikletin üstüne binmemle o sokağın itlerinden birisi ayağımın dibinde
peydahlanıyor. “Lan sabah sabah nereden çıktın?” dememle kovalamam bir oluyor.
O da mahallenin itlerine hemen haber salmasıyla sağdan soldan havlamalar
gelmeye başlıyor. Neyse ki ortaya çıkmadan delikanlılık yapmalarından dolayı
sıkıntı çıkmadan oradan uzaklaşıyorum.
Navigasyona bakarak Gelibolu’ ya gidecek olan yolu bulmaya
çalışıyorum. Çok sıkıntı olmadan Şarköy çıkışındaki yolu buluyor ve Karma’ nın 40’
lı yaşlarımın zor geçeceğini kulağıma fısıldadığını duyar gibiyim. Nedeni ise
karşımda insafsızca başlayan sağlam bir rampa. Üstüne üstlük yolun bozuk olması
Ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak gibi duruyor. İçimden söylene söylene yavaş
yavaş tırmanırken 5-6 dakika sonra köpek havlamaları duymaya başlıyorum. Ama 1-2 köpek değil sanki kutuptayız da,
arabaya koşulmuş 20-30 köpek bir den havlıyor gibi. Ya da 1940-50 li yıllarında
kaçak kovalayan köpeklerin sesi gibi geliyor. Bende orta şiddette tırsma
durumları başlıyor. Acaba nasıl bir şey beni bekliyor endişesi aldı da gidiyor.
Değişik fanteziler kuruyorum. Acaba köpekler yolda mı? Yoldaysa başında birileri var mı?
Varsa bunlar deri pantolon giymiş üstü çıplak adamlar mı? Yok, pardon son fantezi
benim değil, o başkasına ait.
Biraz daha gittikten sonra bir çiftlik gibi bir yer
görüyorum. Biraz daha yaklaşınca bunun köpek barınağı olduğunu görünce endişem
biraz daha artıyor. Çünkü benim gördüğüm barınaklarda genelde köpekler
barınaktan çok, barınağın etrafında oluyor. Yedikule köpek barınağında olduğu
gibi. Neyse ki bu barınakta böyle bir şey olmadığını ve çok temiz, hatta
köpeklerin rahatça yaşayabileceği kadar geniş olduğunu görüyorum. Köpeklerde
çok korkarım ama onların başına bir şey geldiği zamanda üzülüyorum. Bu nedenle
içim rahat yanlarında geçip gidiyorum.
En fazla 1-2 km. gittikten sonra, yolun 200 metre kadar
ötesinde 4-5 koyun ve bir çoban görüyorum. Refleks olarak köpek aramaya
başladığımda onu da biraz uzakta buluyorum. Köpek kangal cinsine benzeyen,
kulakları kesilmiş ve boynuna çivili tasma takılmış heybetli türden bir şey. Hemen
bisikletten inip yürümeye başlıyor ve çobanın beni görmesi için elimi sallamaya
başlıyorum. Ne tesadüftür ki köpekle çoban beni aynı anda görüyor. Köpek bir
hamle ile bana doğru hızla gelmeye başlıyor. Çoban seslenerek durduruyor ama
hayvan çok heyecanlı ve agresif. Çoban “bir şey olmaz” diye seslenmesine rağmen
hiç te bir şey olmaz gibi durmuyor. Kısaca köpeğin çobanı pek tınladığı yok
gibi. Bana fazla yaklaştığı bir sırada bisikleti aramıza koyuyor ve suluğu
elime alıyorum. Suluk olayını çok sevdim. Köpekler bu suluk olayından harbi
tırsıyor. Çobana 3-5 metre kalmışken şerefsiz arkama dolanıp son bir hamle
yapıyor ki, son anda farkına varıp bisikleti ona çevirip bağırmamla geri
kaçıyor. İşte o anda ipleri elimde hissetmenin rahatlığı ile 20 metre daha
gidip bisikletime biniyorum.
Gözlerimi daha dikkatli açıp köpek olayına dikkat etmem
gerekli. Ve yine çok fazla gidemeden bu sefer 20-25 koyunu ve keçisi olan bir
sürü ile karşılaşıyorum. Sürüye 60-70 metre kala bisikletten inmeye ve
koyunlarla köpekleri ayırt etmeye çalışıyorum. Yuh 4 köpek var! O arada çobana
el işareti yaparak kendimi gösteriyorum. Uzaktan çobana selam verip sesimi
duyuruyorum ki, köpekler bir anda fark edip agresifleşmesinler. Benim sesimden
sonra köpekler kafasını kaldırıyor ve hafif yeltenmeleriyle çobanın durdurması
bir oluyor. Allahtan bu köpekler daha eğitimli sadece beni uzaktan takip
ediyorlar ama yaklaşmıyorlar. Bu arada köpek nüfusunun 5 olduğunu fark
ediyorum.
Bundan sonra çobanla unutamadığım diyaloğum başlıyor.
Ben : Yahu beş
tane köpek fazla değil mi?
Çoban : Ne beşi
burada dokuz köpek var
Ben : ??!!??
Diğer dördü nerede?
Çoban :
Dolanıyorlardır ortalıklarda.
Ben : (Yusuf Yusuf)
Çoban : İyi ki
uzaktan seslendin. Alırlardı altlarına. Ama merak etme parça almıyorlar.
Ben : (Yusuf Yusuf)
Çoban : Geçenler
buradan yine bisikletli geçti. Onun bisiklet kamyon gibiydi. Ben görmeden
almışlar altlarına. Çok korkmuştu herif J
Ben :
(Yusuuuuuuuuf Yusuf)
Ama ne Yusuf hiç sormayın. Kolay gelsin deyip temkinli bir
şekilde etrafımı kolaçan ederek yoluma devam ediyorum. Arkadaş nasıl bir gün bu
ya? Daha 10 km. gitmemişken, o kadar çok adrenalin yaşadım ki, günün devamından
korkar hale geldim demeye kalmamışken bir de önüme sis çıkmaz mı? Yol öyle ki
geri dönsen olay, ileri gitsen muamma. Demek ki macera dedikleri böyle bir
şeymiş diyorum. Sisin içine dalıyorum ve 2-3 km kadar sisin içinde yol
alıyorum. Sisin bitmesi ile birlikte rampada
bitmiş oluyor.
Bu noktadan sonra yaklaşık 10 km iniş olması sebebi ile
köpeklere karşı kendimi daha güvenli hissediyorum. En azından kaçma şansım var.
Yol kenarında 4-5 koyun sürüsü ile
karşılaşıyorum. Ama bu sefer süratli olmam ve bisikletimin pedal çevirmezken
cırrr sesinin olmaması köpekleri uyandırmıyor. Ama ortalıkta fena köpek
kaynıyor. Rampa aşağı gidiş bitip düze çıktığım gibi son koyun sürüsü ile
karşılaşıyorum. Bu sefer koyunlar uzak ama köpekler yol üstünde. Ama bu sefer
köpekler çam yarması değil daha küçük, sokak köpeği diye tabir edeceğimiz
türden. Baktım bana karşı efeleniyorlar, bisikletten inip suluğumu alıp
dikiliyorum karşılarına. Sen ne yüce sulukmuşsun be! Gören kaçıyor. Birkaç km
daha gidip ana yola kavuşuyorum. Bundan sonra bir sıkıntı olmayacağını bilip
dingin bisiklet turu moduna geçeceğim için sevinçliyim. Bu saate kadar parça
koparmadığım için sevinçliyim.
Anayola çıktıktan bir süre sonra 1 yaşlı erkek ve 2 genç
kızdan oluşan bir grubu karşı yolda görüyorum. Selamlaşıyoruz. Her yolcu gibi
aceleleri var. Bolayır civarında kahvaltı yapmak için bir benzinlikte mola
verdikten sonra hiç boşluk bırakmadan yola devam ediyorum. Öğlen 12 olmadan
Gelibolu’ ya varıyor ve otel bakmaya başlıyorum. Daha önceden kaldığım Oya otel
telefonda 90 lira fiyat söylüyor. Öğretmen evini aradığımda yerlerinin
olmadığını öğreniyorum. Yol üstünde başka bir otel görüyorum. O da aynı fiyatı
çekince, en azından sahile yakın diye Oya otele yönleniyorum. Ama o arada yol
kenarında. Eski püskü bir otel daha görüyorum. Adı Özen otel. Şansımı denemek için gittiğimde fiyatın 40
lira olduğunu söylüyor. Ama odaya 1 saat sonra girebileceğimi belirtiyor. Bende
tamam burada kalırım diyerek aşağıya merkeze iniyorum. Biraz dolaşıp fotoğraf
çektikten sonra otele geri dönüyorum. Otelci bisikletçilerin oteli çok
kullandığını grupların geldiğini söylüyor. Lobide bir yere bisikletimi bırakıp
odaya çıkıyorum. Oda kötü ile facia arasında bir şey. En azından dolap ve
televizyon var. Yatakta temiz sayılır. Çokta umursamıyor, duşumu alıp üstümü
değiştiriyorum.
Biraz uyuduktan sonra 3 gibi dışarı çıkıyorum. Bir şeyler
atıştırıp O sevdiğim merkezinde avare avare dolaşıyorum. Gelibolu’ na askerlik
dönemimde hastaneye gitmek için 2 sefer gelmiştim. O zamanlar daha küçük ve
sevimli bir yerdi. Artık biraz daha gelişmesine rağmen benim için huzur dolu ve
sevdiğim bir yerdi. Meydana yakın olan Roma dondurmacısından dondurmamı alıp turist
gibi ortalıkta dolaşıyorum. Alaeddin konservelerine uğrayıp değişmez rutinim
olan “Kızlı sardalyadan” alıyorum. Hem de kutulusunu bulmam ayrı bir sevinç
kaynağı. Altı tane alıp çıkıyorum. Bu arada hala yemedim. Büyük ihtimal ya rakı
masasında ya da mayıstaki turda tüketirim.
Biraz daha sağda solda dolandıktan sonra geçen yıllarda
gittiğim İlhan restoran gidip oturuyorum.
Burasıda çok sevdiğim yerlerden. Diyorum ya, çok seviyorum Gelibolu’ yu.
40. Yaşımda boşuna burayı seçmedim. İlhan restoran Gelibolu feribot iskelesinin
yanında, balıkçı barınağının girişinde deniz tarafına bakan güzel bir yer.
Karnım tok olduğu için fazla bir şey söylemiyorum. Ama söylediklerim de harika.
Giderseniz kaya koruğunu ve kalamarını tavsiye ederim. Yanına da en az bir
yirmilik söylemeyi unutmayın.
2-3 saat demlendikten sonra gün batmadan otele doğru
yollanıyorum. Yarın Bandırmaya gideceğimden dolayı ilk vapurla karşıya geçme
niyetindeyim. Yolda çocuklarıma bir iki hediye ve yarın için su vs. alıp otele
dönüyorum. Otele varmadan otelin arkasına bakan sokağı gördüğümde gecenin nasıl
facia olacağını anlıyorum. Meğerse otelin arkası Romanların mahallesiymiş ve
gece için sokağın ortasında düğün hazırlıkları yapıyorlar. Uyku ihtiyacım var
ama uyuyamama ihtimalim kuvvetli. Odaya çıkınca hızla uyku hazırlığı yapıyorum.
Eğer düğün başlamadan yatarsam uyanmayacağımı biliyorum. Öyle konsantreyim ki
çok çabuk uykuya dalıyorum. Ama uykunun ortasında telefonum çalmaz mı? Bir anda
fırlayıp telefonu açtığımda eşim öylesine aradığını söylüyor. Doğal olarak
hışmıma uğruyor ve telefonu kapatıyorum. Ve maalesef ki düğün başlamış durumda.
Televizyonu açıp saçma sapan filmlere bakarak düğünün bitmesini bekliyorum.
Neyse ki düğün gece 12 de bitiyor ve huzura eriyorum.