12 Ağustos 2015 Çarşamba

TRANS ANATOLİAN TOUR 1. GÜN

Sabah 04.00 yataktan kalkıyorum. Kafam dönüyor ve yatak beni çağırıyor. Gece 1’ de yatmanın etkisi bende epey hissettiriyor. Bisiklette tüm hazırlıklar tamam.  Vedalaşma vakti geldiğinde eşimle ve benden 1 gün sonra Singapur’ a gidecek kardeşimle vedalaşıp uyuyan kızımla oğlumu öpüyorum.
Zaman kaybetmeden yola çıkıyorum. Hava hala karanlık olduğundan farımız yakıp reflektörlü yeleğimi giyiyorum.  İstikamet, Kazlıçeşme metro durağı. Serhat’ la buluşup Kartal’ a metroyla gidecek, oradan turumuza başlayacağız. 6’ da metroda buluşuyor ve metroyla yolculuğumuz başlıyor.
Ayrılıkçeşme aktarma noktasında 2 bisikletli ile karşılaşıyoruz. Arkadaşlar Uludağ’ a tırmanışa gideceklerini söylüyor. Şans dileyip yolumuza devam ediyoruz. Kartal’ da ilk kafa karışıklığımızı yaşıyor ve Ankara yönünü bulmakta bocalıyoruz. Kısa bir kafa karışıklığı ardından yolun karşısına geçip basıyoruz pedala.
Yoldaki yoğun trafik İstanbul’ dan çabucak çıkmamız engelliyor. Biz İstanbul’ dan çıkmaya çalıştıkça sanki İstanbul bizden ayrılmak istemiyor. Servis yolundan gittiğimizden dolayı otobüslerin minibüslerin arasında dans ediyoruz. Kimin nereden çıkacağı belli olmuyor.  Yolumuzun Sakarya’ ya kadar böyle gideceğini tahmin edebiliyorum. Ama tahmin etmediğimiz bir şey varsa O da rüzgar. Özellikle Tavşancıla takın bir yerde mola verdikten sonra epey bir ağır rüzgar almaya başlıyoruz. Bu halde İzmit’e varıyoruz. İzmit’ te ilk molamızı vermek için ilk önce SEKA park’ a yöneliyor ve parka giriş le aramızda tren yolunun olduğunu görünce kent merkezine yöneliyoruz. Bir işhanının çay ocağı önünde ilk molamızı veriyoruz. Çay ocağının sahipleri hoş insanlar. Hemen gideceğimiz yerler ne yaptık ne ettik sohbetleri hoop oradan depremin kötü anıları, tam kalkıyoruz derken 50 yaşlarında birisi bisikletlerimizi inceliyor. “Bende bisiklete biniyorum, kıyafet ve aksesuar konusunda yardımcı olur musunuz?”  sorusu ile muhabbet başlıyor. Hemen hemen hepimizde olan şey, bisikleti az çok bilen birisi ile sohbet kolay kapanmaz. O sırada 60-65 yaşlarında zannettiğim ama 80 yaşında olan bir amca benimle kalpiye sohbetine başlıyor. Meğerse amcam 50 li yıllarda Şeker sporda yarışlara katılmış bir bisikletçi. “Bizim zamanımızda kalpiyeler vardı, ayağı iyice sıkıştırıp binerdik, şimdiki pedallarınız çok güzelmiş” diyor. Bizim pedallar tek tarafı SPD olan türden.
Bu arada etrafımıza bakıyorum, bisiklet sohbeti potansiyeli çok artıyor. Bir punduna getirip oradakilerle vedalaşıyor ve yolumuza devam ediyoruz. Bundan sonraki istirahat noktamız Sakarya olacak.  
İzmit’ ten haragürele çıkıp, birazda karıştırıp yolumuza devam ediyoruz. Hala karşıdan iyi rüzgar devam ediyor. Tahminime göre Sakarya’ dan sağa dönünce rüzgar bizim için avantajlı hale gelecek.  Sağımızda şimdinin “Kartepe” si , eskinin “Keltepe” si beliriyor. Evlenmeden önce derbent tarafından kanyonuna girdiğim, bu gibi şelalerinin altında serinlediğim Keltepe. Kâh Timur Danış’ la, kâh yalnız bazen de  arkadaşlarımın kanına girip az gitmemiştim oraya. Eskiden benim için huzurun olduğu güzel bir yerdi. Yol üstünde kenara çekip keltepe yi arkamıza alarak o anı kendimizce ölümsüzleştirdik. Hemen peşinden Sapanca gölü beliriverdi. Göl dolu olduğunda çok güzel görünüyor. Gerçi boş halini sadece fotoğraflarda gördüm ama neyse. Yol baharın tüm kokularıyla bize eşlik etmeye başladı. İşte tam oralarda gerçekten tura çıktığımız hissetmeye başladık. Hatta bir ara Geçen yıl Bodrum turumuzda karşılaşıp arkadaşlığımız geliştirdiğimiz Miraç abiye kamp yerleri bulmaya başladık. “Miraç abi kesin şuraya kamp atar, kesin burada kalır, balık tutar yapar eder”  diye başladığımız diyaloglar neredeyse Silifke’ ye kadar böyle devam etti desem yalan olmaz.
Sakarya ya vardığımızda öğlen saatini biraz geçmiş ve öğlen yemeği için yer arıyorduk. Kent merkezi baktık bizim istikametin tersinde, bizde sanayiye daldık. Çünkü orada yemek bulacağımızı tahmin ediyorum. İlk önce Serhat namazını kılıyor. Sonra yolda görüp beğendiğimiz esnaf lokantasına giriyoruz. Lokanta’ da bildiğiniz bisiklete yabancı kişilerle bisiklet geyikleri, göz patlatmaları, içten içe “koskoca herifler yaptıklarına bak, tuh” bakışları ile yemeğimizi yiyoruz. Yemek esnaf lokantasına yakışır şekilde lezzetli çıkıyor. Hemen lokanta çıkışı Muz satan el arabasından muzumuzu alıp, su ikmalimizi de yaptıktan sonra tekrar yola koyuluyoruz.
Yolumuz sakin ve çok güzel. Özellikle rüzgarı da arkamıza almış mutlu ve mesut gidiyoruz. Kartepenin uzantılarının arasından yol tatlı kıvrımlarla devam ediyor. Manzara bisiklet turumuzun keyfine keyif katarak yolda bize eşlik ederken, bir de tren yolunu görüp, üstüne üstlük yanında da Sakarya nehiri de tabloya eklenince “bırak kardeşim turu, aç rakı masasını manzaranın keyfini çıkar” diyor. Yani ilk günden su koyvermeye meyilliyim. Ama azimli bir şekilde Bilecik’ e doğru yol alıyoruz.
Mekece’ de yarım saatlik bir mola veriyoruz. O arada etrafımda toplanan köpeklere kumanyamızdan biraz dağıtım yapıyoruz. Hayvanlar gerçekten çok aç ve bakımsız durumdalar. Elimizdeki ekmek stoğunu köpeklerle paylaşıyor ve bitiriyoruz. Ekmek bittikten sonra, hazır o kadar köpeği bulmuşuz ufaktan yanımdaki köpek kovucuyu deneyim dedim. Düğmesine basmamla köpeklerin toz olması bir oluyoruz. Böyle gariban köpeklere cihazı kullandığım için içimde biraz vicdana azabı oluşuyor. Ama denemem şarttı.
Bilecik benim için gizemli bir şehir. Hayatımda hiç gitmedim. Bilecikli bir tanıdığım olmadı. Hatta Bilecik nerede diye sorsanız harita da bu tur planını yapana kadar gösteremezdim. Ne ekilir ne biçilir? Ülke ekonomisinde ki yeri, kültürü, anlayacağınız kapalı kutu. Hatta Bilecik ile ilgili bizim şirkette yaptığımız esprilerde var. Ama konu dışı olduğundan girmeyelim.
Sonunda Bilecik tabelasını görüyoruz. Doğal olarak gelsin tabela fotoğrafları diyerek fotoğrafı çekiyor, Bilecik esprileri nedeni ile WhatSapp’ tan limandaki arkadaşıma hemen yolluyorum. 1 günde 4. İldeyiz. 
Bu arada Serhat’ ın ufaktan performansta düşüş başlıyor. Sorduğumda zincirinin yağının az olmasından dolayı olabileceğini söylüyor. Biraz daha gittikten sonra kenara çekip zinciri yağlayalım diye duruyoruz. Biz zincir yağından kaynaklı derken, meğerse arka lastik patlamış. Hemen operasyona girişiyoruz. Arka lastiği söküp yeni lastik takıyoruz. Yeni lastikte de bir problem var. Hava basıyoruz ama şişmiyor. Biz uğraştıkça lastik bizimle uğraşıyor. Eski lastiğe yama yapıyor onu şişiriyoruz. Lastikle mücadele nedense sinir harbine dönüştüğünden hata üstüne hata, sinir üstüne sinir bir bakıyoruz 50 dakika geçmiş. Kendimize bir “yuh” çekip yola çıkıyoruz. Hesaplarımıza göre Bilecik’ e hava kararmadan varma ihtimalimiz çok zor. Üstelik sol bacağımda hafif bir ağrı hissediyorum. Daha 35-40 kilometre yolumuz, dik bir rampamız ve 1 saat vaktimiz var. Yaklaşık 1-2 kilometre sonra Osmaneli tabelasını ve orada bekleyen bir bayanı görüyoruz. Aklımda kaldığı kadarı ile Osmaneli’nde öğretmen evi olduğundan bayana konaklama yeri soruyoruz. O da Öğretmen evi, Pansiyon ve otelin ilçede var olduğunu söyleyince Serhat’ ı ikna edip Osmaneli’ ne doğru sapıyoruz.
İlçe güzel bir konumda bir dağın yamacına yaslanmış küçük bir ilçe. Öğretmen evini sora sora buluyor, ve öğretmen evinin kapandığını öğreniyoruz. Karşısında bir pansiyon var ama sabah kalktığımızda ya bisikletler ya da böbreklerimizin yerinde olmayacağını garanti eder gibi bakan sahibine güvenemediğimizden bilmem ne konağına yöneliyoruz. Orada da fiyat pahalı geliyor. Osmaneli’ nde dört dönmeye başlıyoruz. Meydanda 35-40 yaşlarında bir adam yardımcı olmaya çalışıyor. Birkaç pansiyon daha söylüyor. Birine gidiyoruz kız öğrenci yurdu çıkıyor. Bir otel buluyoruz ki otel demeye bin şahit lazım. Hemen biraz altında bir öğrenci yurdu daha var. Oraya gidiyoruz. Yurt çalışanlarının bir iki telefonu sonunda 25 tl fiyatla anlaşıyor ve burada konaklamaya karar veriyoruz. Yurt çok kötü durumda. Zaten 7-8 saat kalacağımızdan ve sabah 5 gibi yola çıkacağımızdan umursamıyorum. Eşyaları odaya çıkartıp facia durumdaki banyo/tuvalette duş aldıktan sonra yemek olayı için kendimizi sokaklara atıyoruz. Sokakta 2 gençle karşılaştığımızda Serhat nerede yemek yiyebileceğimizi soruyor.  Cevap “Abi biz buranın yabancısıyız bilmiyoruz” oluyor. Ne işiniz var burada diye sorduğumuzda, “Üniversite öğrencisi olduklarını, burada yurtta kaldıklarını” söylüyorlar. Hooop bir dakika. Kardeş aylardan Mayıs, okullar eylül-ekim gibi açılıyor. İlçe dediğiniz İstanbul’ da  bir mahallenin yarısı kadar. Biz bile hemen hemen öğrendik. Nasıl oluyor da hala buraları bilmezsiniz? diye düşünüyoruz. Garipseyip yolumuza devan ediyor ve bir ızgaracı bulup kilo ile tavuk söylüyoruz. Yemeğimizi yedikten sonra vakit kaybetmeden ki bunda havanın bir anda soğumasının etkisiyle koşar adım yurda geri dönüyoruz. Çok vakit kaybetmeden 22.30 gibi kendimi konforsuz yurt yatağına bırakıp sabah 4’ te uyanmak üzere uyku moduna geçiyorum.
1.Gün teknik veriler :
Yol                                         : 183 km.
Süre                                      : 8 saat 40 dakika

Yolda geçen süre             :  12 saat 52 dakika  










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder