Sabah 04.00 yataktan kalkıyorum. Kafam dönüyor ve yatak beni
çağırıyor. Gece 1’ de yatmanın etkisi bende epey hissettiriyor. Bisiklette tüm
hazırlıklar tamam. Vedalaşma vakti
geldiğinde eşimle ve benden 1 gün sonra Singapur’ a gidecek kardeşimle
vedalaşıp uyuyan kızımla oğlumu öpüyorum.
Zaman kaybetmeden yola çıkıyorum. Hava hala karanlık
olduğundan farımız yakıp reflektörlü yeleğimi giyiyorum. İstikamet, Kazlıçeşme metro durağı. Serhat’
la buluşup Kartal’ a metroyla gidecek, oradan turumuza başlayacağız. 6’ da
metroda buluşuyor ve metroyla yolculuğumuz başlıyor.
Ayrılıkçeşme aktarma noktasında 2 bisikletli ile
karşılaşıyoruz. Arkadaşlar Uludağ’ a tırmanışa gideceklerini söylüyor. Şans
dileyip yolumuza devam ediyoruz. Kartal’ da ilk kafa karışıklığımızı yaşıyor ve
Ankara yönünü bulmakta bocalıyoruz. Kısa bir kafa karışıklığı ardından yolun
karşısına geçip basıyoruz pedala.
Yoldaki yoğun trafik İstanbul’ dan çabucak çıkmamız
engelliyor. Biz İstanbul’ dan çıkmaya çalıştıkça sanki İstanbul bizden ayrılmak
istemiyor. Servis yolundan gittiğimizden dolayı otobüslerin minibüslerin
arasında dans ediyoruz. Kimin nereden çıkacağı belli olmuyor. Yolumuzun Sakarya’ ya kadar böyle gideceğini
tahmin edebiliyorum. Ama tahmin etmediğimiz bir şey varsa O da rüzgar. Özellikle
Tavşancıla takın bir yerde mola verdikten sonra epey bir ağır rüzgar almaya
başlıyoruz. Bu halde İzmit’e varıyoruz. İzmit’ te ilk molamızı vermek için ilk
önce SEKA park’ a yöneliyor ve parka giriş le aramızda tren yolunun olduğunu
görünce kent merkezine yöneliyoruz. Bir işhanının çay ocağı önünde ilk molamızı
veriyoruz. Çay ocağının sahipleri hoş insanlar. Hemen gideceğimiz yerler ne
yaptık ne ettik sohbetleri hoop oradan depremin kötü anıları, tam kalkıyoruz
derken 50 yaşlarında birisi bisikletlerimizi inceliyor. “Bende bisiklete
biniyorum, kıyafet ve aksesuar konusunda yardımcı olur musunuz?” sorusu ile muhabbet başlıyor. Hemen hemen
hepimizde olan şey, bisikleti az çok bilen birisi ile sohbet kolay kapanmaz. O
sırada 60-65 yaşlarında zannettiğim ama 80 yaşında olan bir amca benimle
kalpiye sohbetine başlıyor. Meğerse amcam 50 li yıllarda Şeker sporda yarışlara
katılmış bir bisikletçi. “Bizim zamanımızda kalpiyeler vardı, ayağı iyice
sıkıştırıp binerdik, şimdiki pedallarınız çok güzelmiş” diyor. Bizim pedallar
tek tarafı SPD olan türden.
Bu arada etrafımıza bakıyorum, bisiklet sohbeti potansiyeli
çok artıyor. Bir punduna getirip oradakilerle vedalaşıyor ve yolumuza devam
ediyoruz. Bundan sonraki istirahat noktamız Sakarya olacak.
İzmit’ ten haragürele çıkıp, birazda karıştırıp yolumuza
devam ediyoruz. Hala karşıdan iyi rüzgar devam ediyor. Tahminime göre Sakarya’
dan sağa dönünce rüzgar bizim için avantajlı hale gelecek. Sağımızda şimdinin “Kartepe” si , eskinin
“Keltepe” si beliriyor. Evlenmeden önce derbent tarafından kanyonuna girdiğim,
bu gibi şelalerinin altında serinlediğim Keltepe. Kâh Timur Danış’ la, kâh
yalnız bazen de arkadaşlarımın kanına
girip az gitmemiştim oraya. Eskiden benim için huzurun olduğu güzel bir yerdi.
Yol üstünde kenara çekip keltepe yi arkamıza alarak o anı kendimizce
ölümsüzleştirdik. Hemen peşinden Sapanca gölü beliriverdi. Göl dolu olduğunda
çok güzel görünüyor. Gerçi boş halini sadece fotoğraflarda gördüm ama neyse.
Yol baharın tüm kokularıyla bize eşlik etmeye başladı. İşte tam oralarda
gerçekten tura çıktığımız hissetmeye başladık. Hatta bir ara Geçen yıl Bodrum
turumuzda karşılaşıp arkadaşlığımız geliştirdiğimiz Miraç abiye kamp yerleri
bulmaya başladık. “Miraç abi kesin şuraya kamp atar, kesin burada kalır, balık tutar
yapar eder” diye başladığımız diyaloglar
neredeyse Silifke’ ye kadar böyle devam etti desem yalan olmaz.
Sakarya ya vardığımızda öğlen saatini biraz geçmiş ve öğlen
yemeği için yer arıyorduk. Kent merkezi baktık bizim istikametin tersinde,
bizde sanayiye daldık. Çünkü orada yemek bulacağımızı tahmin ediyorum. İlk önce
Serhat namazını kılıyor. Sonra yolda görüp beğendiğimiz esnaf lokantasına
giriyoruz. Lokanta’ da bildiğiniz bisiklete yabancı kişilerle bisiklet
geyikleri, göz patlatmaları, içten içe “koskoca herifler yaptıklarına bak, tuh”
bakışları ile yemeğimizi yiyoruz. Yemek esnaf lokantasına yakışır şekilde
lezzetli çıkıyor. Hemen lokanta çıkışı Muz satan el arabasından muzumuzu alıp,
su ikmalimizi de yaptıktan sonra tekrar yola koyuluyoruz.
Yolumuz sakin ve çok güzel. Özellikle rüzgarı da arkamıza
almış mutlu ve mesut gidiyoruz. Kartepenin uzantılarının arasından yol tatlı
kıvrımlarla devam ediyor. Manzara bisiklet turumuzun keyfine keyif katarak
yolda bize eşlik ederken, bir de tren yolunu görüp, üstüne üstlük yanında da
Sakarya nehiri de tabloya eklenince “bırak kardeşim turu, aç rakı masasını
manzaranın keyfini çıkar” diyor. Yani ilk günden su koyvermeye meyilliyim. Ama
azimli bir şekilde Bilecik’ e doğru yol alıyoruz.
Mekece’ de yarım saatlik bir mola veriyoruz. O arada
etrafımda toplanan köpeklere kumanyamızdan biraz dağıtım yapıyoruz. Hayvanlar
gerçekten çok aç ve bakımsız durumdalar. Elimizdeki ekmek stoğunu köpeklerle
paylaşıyor ve bitiriyoruz. Ekmek bittikten sonra, hazır o kadar köpeği bulmuşuz
ufaktan yanımdaki köpek kovucuyu deneyim dedim. Düğmesine basmamla köpeklerin
toz olması bir oluyoruz. Böyle gariban köpeklere cihazı kullandığım için içimde
biraz vicdana azabı oluşuyor. Ama denemem şarttı.
Bilecik benim için gizemli bir şehir. Hayatımda hiç
gitmedim. Bilecikli bir tanıdığım olmadı. Hatta Bilecik nerede diye sorsanız
harita da bu tur planını yapana kadar gösteremezdim. Ne ekilir ne biçilir? Ülke
ekonomisinde ki yeri, kültürü, anlayacağınız kapalı kutu. Hatta Bilecik ile
ilgili bizim şirkette yaptığımız esprilerde var. Ama konu dışı olduğundan
girmeyelim.
Sonunda Bilecik tabelasını görüyoruz. Doğal olarak gelsin
tabela fotoğrafları diyerek fotoğrafı çekiyor, Bilecik esprileri nedeni ile
WhatSapp’ tan limandaki arkadaşıma hemen yolluyorum. 1 günde 4. İldeyiz.
Bu arada Serhat’ ın ufaktan performansta düşüş başlıyor.
Sorduğumda zincirinin yağının az olmasından dolayı olabileceğini söylüyor.
Biraz daha gittikten sonra kenara çekip zinciri yağlayalım diye duruyoruz. Biz
zincir yağından kaynaklı derken, meğerse arka lastik patlamış. Hemen operasyona
girişiyoruz. Arka lastiği söküp yeni lastik takıyoruz. Yeni lastikte de bir
problem var. Hava basıyoruz ama şişmiyor. Biz uğraştıkça lastik bizimle
uğraşıyor. Eski lastiğe yama yapıyor onu şişiriyoruz. Lastikle mücadele nedense
sinir harbine dönüştüğünden hata üstüne hata, sinir üstüne sinir bir bakıyoruz
50 dakika geçmiş. Kendimize bir “yuh” çekip yola çıkıyoruz. Hesaplarımıza göre
Bilecik’ e hava kararmadan varma ihtimalimiz çok zor. Üstelik sol bacağımda
hafif bir ağrı hissediyorum. Daha 35-40 kilometre yolumuz, dik bir rampamız ve
1 saat vaktimiz var. Yaklaşık 1-2 kilometre sonra Osmaneli tabelasını ve orada
bekleyen bir bayanı görüyoruz. Aklımda kaldığı kadarı ile Osmaneli’nde öğretmen
evi olduğundan bayana konaklama yeri soruyoruz. O da Öğretmen evi, Pansiyon ve
otelin ilçede var olduğunu söyleyince Serhat’ ı ikna edip Osmaneli’ ne doğru
sapıyoruz.
İlçe güzel bir konumda bir dağın yamacına yaslanmış küçük
bir ilçe. Öğretmen evini sora sora buluyor, ve öğretmen evinin kapandığını
öğreniyoruz. Karşısında bir pansiyon var ama sabah kalktığımızda ya bisikletler
ya da böbreklerimizin yerinde olmayacağını garanti eder gibi bakan sahibine
güvenemediğimizden bilmem ne konağına yöneliyoruz. Orada da fiyat pahalı
geliyor. Osmaneli’ nde dört dönmeye başlıyoruz. Meydanda 35-40 yaşlarında bir
adam yardımcı olmaya çalışıyor. Birkaç pansiyon daha söylüyor. Birine gidiyoruz
kız öğrenci yurdu çıkıyor. Bir otel buluyoruz ki otel demeye bin şahit lazım.
Hemen biraz altında bir öğrenci yurdu daha var. Oraya gidiyoruz. Yurt
çalışanlarının bir iki telefonu sonunda 25 tl fiyatla anlaşıyor ve burada
konaklamaya karar veriyoruz. Yurt çok kötü durumda. Zaten 7-8 saat
kalacağımızdan ve sabah 5 gibi yola çıkacağımızdan umursamıyorum. Eşyaları
odaya çıkartıp facia durumdaki banyo/tuvalette duş aldıktan sonra yemek olayı
için kendimizi sokaklara atıyoruz. Sokakta 2 gençle karşılaştığımızda Serhat
nerede yemek yiyebileceğimizi soruyor.
Cevap “Abi biz buranın yabancısıyız bilmiyoruz” oluyor. Ne işiniz var
burada diye sorduğumuzda, “Üniversite öğrencisi olduklarını, burada yurtta
kaldıklarını” söylüyorlar. Hooop bir dakika. Kardeş aylardan Mayıs, okullar
eylül-ekim gibi açılıyor. İlçe dediğiniz İstanbul’ da bir mahallenin yarısı kadar. Biz bile hemen
hemen öğrendik. Nasıl oluyor da hala buraları bilmezsiniz? diye düşünüyoruz.
Garipseyip yolumuza devan ediyor ve bir ızgaracı bulup kilo ile tavuk
söylüyoruz. Yemeğimizi yedikten sonra vakit kaybetmeden ki bunda havanın bir
anda soğumasının etkisiyle koşar adım yurda geri dönüyoruz. Çok vakit
kaybetmeden 22.30 gibi kendimi konforsuz yurt yatağına bırakıp sabah 4’ te
uyanmak üzere uyku moduna geçiyorum.
1.Gün teknik veriler :
Yol :
183 km.
Süre :
8 saat 40 dakika
Yolda geçen süre : 12 saat 52 dakika
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder