12 Ağustos 2015 Çarşamba

Trans Anatolian Tour 5.Gün Göksu Cenneti ile Tanışma

Bu sefer sabah geç kalkıp otelin açık büfe kahvaltısından faydalanıyor, güzelce karnımızı doyuruyoruz.  Karaman’ dan çıkarken anayolu kullanmak yerine ara yollardan gitmeye kalkınca, sayemde bir güzel kayboluyoruz. Orası mı burası mı derken güç bela yolu bulup Akdeniz kıyılarındaki yolculuğumuza yelken açıyoruz. Artık soğuk havadan kurtulacağız. Ama meteoroloji Silifke tarafına yağmur veriyor.
Karaman çıkışından yaklaşık 5 kilometre sonra, Sertavul geçidine doğru yükselmemiz başlıyor. Rampa ne çok sert, ne de çok rahat 15 kilometre ortalama ile yolumuza devam ediyoruz. Ardından biraz sert 6-7 derecelik bir eğim ondan sonrada 10 derecelik bir rampaya girip, ardından muta kadar kesintisiz iniş olacağını tahmin ediyoruz. Birinci rampayı bitirip, ikinci rampaya başlayacakken yol kenarındaki çeşmeyle ve oradaki iki ihtiyarla karşılaşıyoruz.
İhtiyarlar emekli olmuş ehli keyf tipler. Birisi Alamancı, diğeri ise bacanağıymış. Bize yolun 2-3 kilometre daha tırmandığını ardından sadece iniş olduğunu söyleyerek bilgilerimizi pekiştiriyorlar. Hatta bize yemek yemek için Mut’ un hemen çıkışında kasap bilmem ne hoca’ da mutlaka et yememiz gerektiğini söylüyorlar. Bizde kafalara not alıp fotoğraflarımızı çekip “son rampamıza” başlıyoruz. Bacağımdaki ağrının da sayesinde ahlaya vahlaya tırmanışı tamamlıyorum. Zirve noktası 1.650 metre ve ben ilk defa bisikletle bu kadar yükseğe çıktım.
Fazla vakit kaybetmeden geçitten ayrılıyoruz. O beklediğimiz 40 kilometrelik inişe başlıyoruz ki, anam! Ulan rampa var. Daha 500 metre inmeden sert rampa hızımızı sıfırlıyor ve hazırlıksız yakalanmamdan dolayı vitesi bile değiştiremiyorum. İnsanın istediği umduğu gibi olmayınca moral tepe taklak oluyor. Hele ki benim gibi hayatındaki tüm riskleri öngörmeye çalışan tipler tepe taklak oluyor. Bisikletle uzun turlara başladığımdan beri şunu öğrendim ki, yollar bütün planları bozuyor. Rampasıydı, yol çalışmasıydı, rüzgarıydı, yağmuruydu, ağrısı, cırcırıydı derken hep rotanın gerisinde kalıyorsun. Onun için hiç kasmadan programsız yola çıkmak gerektiği inancına ulaştım.
Yaklaşık 10 kilometre kadar in-çıklarla devam ediyoruz. Bu arada asfaltta geçitten sonra değişerek, sıcak asfalt tarzı pütürlü ve bozuk bir asfalt.  Ama inişteki manzara mükemmel. Yolun kenarında dağlarda belki binlerce yıl önce insanların oymuş olduğu yerleşim yerleri gözümüze çarpıyor. Sağınızda yüzlerce metrelik uçurumlar, ihtiyar Sedir ağaçları görülmeye değerler. Daha sonra yaklaşık 20 kilometre neredeyse hiç durmadan ve pedal çevirmeden 10 derecelik eğimlerden aşağıya doğru iniyoruz. Asfaltın kötü olmasından ve virajlardan dolayı kontrollü iniş yapıyorum.
Mut’ a girerken hava ısınmaya başlıyor ve o sıcakta sağlam bir rampa yiyoruz. Saat öğlen 1’ i bulduğundan ve ihtiyarların rampalardaki yanlış tahmininden dolayı Mut’ ta yemek yeme kararı alıyoruz. Yol kenarında sıralı bir sürü esnaf lokantası mevcut. Hepsi neredeyse boşken, bir tanesi tıka basa dolu. Serhat’ a burada yemeliyiz diyerek hemen kapının önünde bir masaya kuruluyoruz. Lavaboda elimi yıkamaya giderken  tezgahta taze fasulye dikkatimi çekiyor. O kadar lezzetli ve albenili ki hemen bir tabak sipariş veriyorum.  Ve hayatımda  yediğim en leziz fasulyelerden birisini Serhat’la boğuyoruz. Yemek faslından sonra gördüğümüz eczaneden benim bacak için merhem ve marketten birer şapka alıyoruz. Şapka ve gözlüklerle CIA ajanlarına benziyoruz.
Biraz ileride tarihi bir cami de Serhat abdest aldıktan sonra yanıma geldiğinde benim de çoraplarımı çıkartıp bacağıma soğuk su tutmamı tavsiye ediyor. O sırada çoraplarımı çıkardığımda sağ ayak bileğimin şiştiğini fark ediyorum. Arkadaş insan bir kendini kontrol eder. Ne zaman şişti? Hiç fikrim yok. Hazır merhemi almışız masaj yapa yapa ayağıma merhemi sürüyorum. 
Bu sırada Mut’ ta miting hazırlıkları var. CHP’ den birileri gelip konuşma yapacak. Bu nedenle ortalık kalabalıklaşmadan çıkmanın planını yapıyoruz.  Daha 500 metre gitmeden sağ bilek aşil tendonuma sanki birisi satırla vuruyor. İnanılmaz bir acı ile çığlığı basıp. Bisikletin üzerinden kendimi atıyorum. Acı o kadar yüksek ki, sanki kafa tasım yerinden fırlayacak. Yolun kenarındaki bankın üstüne kendimi zor atıyorum. Serhat “Tamam tur bitti. Hemen otobüse binip dönelim” diyor. Daha yolu yarılamamışız burada turu kesmek istemiyorum. Ama ayak hiçte öyle demiyor. Bankın üzerinde 10 - 15 dakika geçirdikten sonra,  ayağımı kontrol için kalkıp yürüyorum. Yürürken hafif bir acı var. Ancak parmağımın ucuna kalktığım zaman inanılmaz acı yaşıyorum. Bu da oturarak yavaş tempo sürebileceğimi, ama ayakta süremeyeceğimi işaret ediyor. Serhat’ a “Silifke’ ye kadar gidelim, orada karar veririz” diyorum ve gerçekten hafif bir tempo ile yola devam ediyoruz.
Ayağımdaki acı nedeni ile yola konsantre olmakta zorlanıyorum. Bu arada miting nedeni ile Mut’tan Silifke’ ye doğru olan yolda trafik epey bir arttı. Yol derseniz iyice berbatlaşmaya başladı. Üstüne birde hava kapatmaya ve uzaklarda yağış olduğunu da gördük, hazır ortalıkta yarı çöl durumundayken bizim gözler etrafta kutup ayısını aramaya başladı. İyi kötü bozuk bağırsak, ağrılı sol bacakla gidiyorduk. Öyle bir yerlerden geçiyoruz ki, dönmek istesen de dönemeyeceğin yerler.
Biraz sonra Göksu nehri ile buluyoruz. Tam nehirle buluştuk derken, bir de CHP nin konvoyuyla da buluşuyoruz. Meğerse mitinge Kemal Kılıçdaroğlu geliyormuş. Bir an göz göze geliyor ve selamlaşıyoruz. Otobüste sunuculuk (Çığırtkan ya da onlara ne deniyorsa) yapan kişi o kadar hızlı ki hemen bize “Hayırlı yolculuklar” diliyor. Ve hemen peşinden hayırlı yağmur çiselemeye başlıyor. Hızlıca yağmurluklar giyilip yola devam ediyoruz. Hızım o kadar düştü ki akşam Silifke’ ye yetişmekte sıkıntı yaşayabiliriz.
Bu arada yağmur fos çıktığı için yağmurluklarda çıkarılıyor. Yolda benim ağrı arttıkça bol bol mola vermeye başlıyoruz. Sürekli ayağımı dinlendirmeye çalışıyorum. Ama bir yönü ile de kötü oluyor. Bisikletten inmek ve binmem gerçek bir zulüm. Kas gevşetici ya da ağrı kesici de almak istemiyorum. Çünkü yolun gittiğimiz tarafı uçuruma çok yakın. Ufak bir hatayı dahi kaldırmayacak yollardan gidiyoruz. Bu arada manzara ufak ufak güzelleşmeye ve dikkatimi cezbetmeye  başlıyor. Göksu vadisine girdik ve mükemmel bir manzara var. Aşağıda Göksu nehri kanyonun içinden yılan gibi kıvrılarak mükemmel bir manzara veriyor. Her yer ağaçlık, karşımızdaki yamaç aşağıya kadar bir duvar gibi düz ve neredeyse pürüzsüz. Manzaraya odaklanmam ağrımı 2. Plana atmamı sağlıyor. Burada olmaktan gerçekten de mutluyum. Biraz daha gittikten sonra Değirmendere köyünün içinden geçerken bir mola veriyoruz. Bu arada Karaman tarafında bize ihtiyarların “Mut’un hemen çıkışında” diye tarif ettikleri  lokantanın  en az 60 km uzaklıktaki Değirmendere köyünde olduğunu orada mola verdiğimizde öğreniyoruz. Eğer onların lafını dikkate alsaydık kesin aç kalmıştık. Çünkü Mut’ la burası arasında neredeyse hiçbir şey yok.  Molamızda biraz Çilek alıp dinlenirken hoş sohbet bir köylü yanımıza geliyor ve sohbete dalıyoruz. Özellikle Mayıs ayında İstanbul’ a gelen çilek ve can eriğinin bu bölgede yetiştiğini söylüyor. Gerçekten de yolda erik ve çilek kamyonları ve evlerin önündeki erik paketleri dikkatimiz çekmişti. Yolun durumunu vereceği cevaba inanmayacağımızı bildiğimiz halde soruyor ve engebeli yörelerin meşhur “bundan sonrası dümdüz” cevabını alıyoruz. Konya ahalisinin gözünü seveyim. Adamlara rampa sorduğunda 30 metrelik yükselti bile dağ gibi geldiğinden, o kadar detaylı anlatıyorlardı ki, hepsi tutuyordu. Ama Geçen yılki Çanakkale turunda olduğu gibi engebeli yörelerde aldığımız cevaplarda “bundan sonrası düz” lafının ne kadar can acıtacağını biliyoruz.
Ahali ile vedalaşıp bir iki fotoğraf çektikten sonra yolumuza koyuluyoruz. Yolda ki ufak tefek iniş çıkışlardan sonra Göksu nehrinin üzerindeki bir köprüden karşıya geçiyoruz.  Kanyonun içinde olmanın sonucu olarak hava erkenden kararmaya başlıyor. Yolumuzun son 15 kilometresi ve yol buradan sonra genişleyip asfalt kalitesi artıyor. Ama aynı anda %8 lik bir rampa bizi karşılıyor. Vitesi en hafife ayarlayıp ayağa kalkmadan ağrılı sızılı yoluma devam ediyorum.  Yol tamamen kararmış durumdayken son 3-4 kilometremizi lambayı bile monte etmeden tamamlıyoruz. Silifke’ de öğretmenevine gittiğimizde ortalıkta kimseyi bulamıyoruz. Öğretmenevinin içinde, öğretmenevini arayarak bir kişiye ulaşıyor, lobide olduğumuzu söylüyoruz. Görevli geldikten sonra hemen odamıza çıkıp duş alıyoruz. Duşta parmaklarımın üzerine kalktığımda o acının yine aynı sertlikte devam ettiğini görüyorum.
Bu sefer yemeği dışarıda yemek istediğimizden sokağa çıkıyor ve bir han girişinde kebapçı buluyoruz. Önümüze geleni bitirmemiz saniyeler aldığından garson çocuk bizi garip garip süzüyor. Oğlum açız aç! Midem her daim boş. Utanmasam 1-2 porsiyon daha bir şeyler yiyeceğim.

Yemek faslından sonra fazla oyalanmadan odamıza dönüyorum. Yarınki durumuma göre turun devam edip etmeyeceğine karar verip uykuya çekiliyoruz.




































Hiç yorum yok:

Yorum Gönder