Bu sefer sabah geç kalkıp otelin açık büfe kahvaltısından
faydalanıyor, güzelce karnımızı doyuruyoruz.
Karaman’ dan çıkarken anayolu kullanmak yerine ara yollardan gitmeye
kalkınca, sayemde bir güzel kayboluyoruz. Orası mı burası mı derken güç bela
yolu bulup Akdeniz kıyılarındaki yolculuğumuza yelken açıyoruz. Artık soğuk
havadan kurtulacağız. Ama meteoroloji Silifke tarafına yağmur veriyor.
Karaman çıkışından yaklaşık 5 kilometre sonra, Sertavul
geçidine doğru yükselmemiz başlıyor. Rampa ne çok sert, ne de çok rahat 15
kilometre ortalama ile yolumuza devam ediyoruz. Ardından biraz sert 6-7
derecelik bir eğim ondan sonrada 10 derecelik bir rampaya girip, ardından muta
kadar kesintisiz iniş olacağını tahmin ediyoruz. Birinci rampayı bitirip,
ikinci rampaya başlayacakken yol kenarındaki çeşmeyle ve oradaki iki ihtiyarla
karşılaşıyoruz.
İhtiyarlar emekli olmuş ehli keyf tipler. Birisi Alamancı,
diğeri ise bacanağıymış. Bize yolun 2-3 kilometre daha tırmandığını ardından
sadece iniş olduğunu söyleyerek bilgilerimizi pekiştiriyorlar. Hatta bize yemek
yemek için Mut’ un hemen çıkışında kasap bilmem ne hoca’ da mutlaka et yememiz
gerektiğini söylüyorlar. Bizde kafalara not alıp fotoğraflarımızı çekip “son
rampamıza” başlıyoruz. Bacağımdaki ağrının da sayesinde ahlaya vahlaya
tırmanışı tamamlıyorum. Zirve noktası 1.650 metre ve ben ilk defa bisikletle bu
kadar yükseğe çıktım.
Fazla vakit kaybetmeden geçitten ayrılıyoruz. O beklediğimiz
40 kilometrelik inişe başlıyoruz ki, anam! Ulan rampa var. Daha 500 metre
inmeden sert rampa hızımızı sıfırlıyor ve hazırlıksız yakalanmamdan dolayı
vitesi bile değiştiremiyorum. İnsanın istediği umduğu gibi olmayınca moral tepe
taklak oluyor. Hele ki benim gibi hayatındaki tüm riskleri öngörmeye çalışan
tipler tepe taklak oluyor. Bisikletle uzun turlara başladığımdan beri şunu
öğrendim ki, yollar bütün planları bozuyor. Rampasıydı, yol çalışmasıydı,
rüzgarıydı, yağmuruydu, ağrısı, cırcırıydı derken hep rotanın gerisinde
kalıyorsun. Onun için hiç kasmadan programsız yola çıkmak gerektiği inancına
ulaştım.
Yaklaşık 10 kilometre kadar in-çıklarla devam ediyoruz. Bu
arada asfaltta geçitten sonra değişerek, sıcak asfalt tarzı pütürlü ve bozuk
bir asfalt. Ama inişteki manzara
mükemmel. Yolun kenarında dağlarda belki binlerce yıl önce insanların oymuş
olduğu yerleşim yerleri gözümüze çarpıyor. Sağınızda yüzlerce metrelik
uçurumlar, ihtiyar Sedir ağaçları görülmeye değerler. Daha sonra yaklaşık 20
kilometre neredeyse hiç durmadan ve pedal çevirmeden 10 derecelik eğimlerden
aşağıya doğru iniyoruz. Asfaltın kötü olmasından ve virajlardan dolayı
kontrollü iniş yapıyorum.
Mut’ a girerken hava ısınmaya başlıyor ve o sıcakta sağlam
bir rampa yiyoruz. Saat öğlen 1’ i bulduğundan ve ihtiyarların rampalardaki
yanlış tahmininden dolayı Mut’ ta yemek yeme kararı alıyoruz. Yol kenarında
sıralı bir sürü esnaf lokantası mevcut. Hepsi neredeyse boşken, bir tanesi tıka
basa dolu. Serhat’ a burada yemeliyiz diyerek hemen kapının önünde bir masaya
kuruluyoruz. Lavaboda elimi yıkamaya giderken
tezgahta taze fasulye dikkatimi çekiyor. O kadar lezzetli ve albenili ki
hemen bir tabak sipariş veriyorum. Ve
hayatımda yediğim en leziz fasulyelerden
birisini Serhat’la boğuyoruz. Yemek faslından sonra gördüğümüz eczaneden benim
bacak için merhem ve marketten birer şapka alıyoruz. Şapka ve gözlüklerle CIA
ajanlarına benziyoruz.
Biraz ileride tarihi bir cami de Serhat abdest aldıktan
sonra yanıma geldiğinde benim de çoraplarımı çıkartıp bacağıma soğuk su tutmamı
tavsiye ediyor. O sırada çoraplarımı çıkardığımda sağ ayak bileğimin şiştiğini
fark ediyorum. Arkadaş insan bir kendini kontrol eder. Ne zaman şişti? Hiç
fikrim yok. Hazır merhemi almışız masaj yapa yapa ayağıma merhemi
sürüyorum.
Bu sırada Mut’ ta miting hazırlıkları var. CHP’ den birileri
gelip konuşma yapacak. Bu nedenle ortalık kalabalıklaşmadan çıkmanın planını
yapıyoruz. Daha 500 metre gitmeden sağ
bilek aşil tendonuma sanki birisi satırla vuruyor. İnanılmaz bir acı ile
çığlığı basıp. Bisikletin üzerinden kendimi atıyorum. Acı o kadar yüksek ki,
sanki kafa tasım yerinden fırlayacak. Yolun kenarındaki bankın üstüne kendimi
zor atıyorum. Serhat “Tamam tur bitti. Hemen otobüse binip dönelim” diyor. Daha
yolu yarılamamışız burada turu kesmek istemiyorum. Ama ayak hiçte öyle demiyor.
Bankın üzerinde 10 - 15 dakika geçirdikten sonra, ayağımı kontrol için kalkıp yürüyorum.
Yürürken hafif bir acı var. Ancak parmağımın ucuna kalktığım zaman inanılmaz
acı yaşıyorum. Bu da oturarak yavaş tempo sürebileceğimi, ama ayakta
süremeyeceğimi işaret ediyor. Serhat’ a “Silifke’ ye kadar gidelim, orada karar
veririz” diyorum ve gerçekten hafif bir tempo ile yola devam ediyoruz.
Ayağımdaki acı nedeni ile yola konsantre olmakta
zorlanıyorum. Bu arada miting nedeni ile Mut’tan Silifke’ ye doğru olan yolda
trafik epey bir arttı. Yol derseniz iyice berbatlaşmaya başladı. Üstüne birde
hava kapatmaya ve uzaklarda yağış olduğunu da gördük, hazır ortalıkta yarı çöl
durumundayken bizim gözler etrafta kutup ayısını aramaya başladı. İyi kötü
bozuk bağırsak, ağrılı sol bacakla gidiyorduk. Öyle bir yerlerden geçiyoruz ki,
dönmek istesen de dönemeyeceğin yerler.
Biraz sonra Göksu nehri ile buluyoruz. Tam nehirle buluştuk
derken, bir de CHP nin konvoyuyla da buluşuyoruz. Meğerse mitinge Kemal
Kılıçdaroğlu geliyormuş. Bir an göz göze geliyor ve selamlaşıyoruz. Otobüste
sunuculuk (Çığırtkan ya da onlara ne deniyorsa) yapan kişi o kadar hızlı ki
hemen bize “Hayırlı yolculuklar” diliyor. Ve hemen peşinden hayırlı yağmur
çiselemeye başlıyor. Hızlıca yağmurluklar giyilip yola devam ediyoruz. Hızım o
kadar düştü ki akşam Silifke’ ye yetişmekte sıkıntı yaşayabiliriz.
Bu arada yağmur fos çıktığı için yağmurluklarda çıkarılıyor.
Yolda benim ağrı arttıkça bol bol mola vermeye başlıyoruz. Sürekli ayağımı
dinlendirmeye çalışıyorum. Ama bir yönü ile de kötü oluyor. Bisikletten inmek
ve binmem gerçek bir zulüm. Kas gevşetici ya da ağrı kesici de almak
istemiyorum. Çünkü yolun gittiğimiz tarafı uçuruma çok yakın. Ufak bir hatayı
dahi kaldırmayacak yollardan gidiyoruz. Bu arada manzara ufak ufak güzelleşmeye
ve dikkatimi cezbetmeye başlıyor. Göksu
vadisine girdik ve mükemmel bir manzara var. Aşağıda Göksu nehri kanyonun içinden
yılan gibi kıvrılarak mükemmel bir manzara veriyor. Her yer ağaçlık,
karşımızdaki yamaç aşağıya kadar bir duvar gibi düz ve neredeyse pürüzsüz.
Manzaraya odaklanmam ağrımı 2. Plana atmamı sağlıyor. Burada olmaktan gerçekten
de mutluyum. Biraz daha gittikten sonra Değirmendere köyünün içinden geçerken
bir mola veriyoruz. Bu arada Karaman tarafında bize ihtiyarların “Mut’un hemen
çıkışında” diye tarif ettikleri
lokantanın en az 60 km
uzaklıktaki Değirmendere köyünde olduğunu orada mola verdiğimizde öğreniyoruz.
Eğer onların lafını dikkate alsaydık kesin aç kalmıştık. Çünkü Mut’ la burası
arasında neredeyse hiçbir şey yok.
Molamızda biraz Çilek alıp dinlenirken hoş sohbet bir köylü yanımıza
geliyor ve sohbete dalıyoruz. Özellikle Mayıs ayında İstanbul’ a gelen çilek ve
can eriğinin bu bölgede yetiştiğini söylüyor. Gerçekten de yolda erik ve çilek
kamyonları ve evlerin önündeki erik paketleri dikkatimiz çekmişti. Yolun
durumunu vereceği cevaba inanmayacağımızı bildiğimiz halde soruyor ve engebeli
yörelerin meşhur “bundan sonrası dümdüz” cevabını alıyoruz. Konya ahalisinin
gözünü seveyim. Adamlara rampa sorduğunda 30 metrelik yükselti bile dağ gibi
geldiğinden, o kadar detaylı anlatıyorlardı ki, hepsi tutuyordu. Ama Geçen
yılki Çanakkale turunda olduğu gibi engebeli yörelerde aldığımız cevaplarda
“bundan sonrası düz” lafının ne kadar can acıtacağını biliyoruz.
Ahali ile vedalaşıp bir iki fotoğraf çektikten sonra
yolumuza koyuluyoruz. Yolda ki ufak tefek iniş çıkışlardan sonra Göksu nehrinin
üzerindeki bir köprüden karşıya geçiyoruz.
Kanyonun içinde olmanın sonucu olarak hava erkenden kararmaya başlıyor.
Yolumuzun son 15 kilometresi ve yol buradan sonra genişleyip asfalt kalitesi
artıyor. Ama aynı anda %8 lik bir rampa bizi karşılıyor. Vitesi en hafife
ayarlayıp ayağa kalkmadan ağrılı sızılı yoluma devam ediyorum. Yol tamamen kararmış durumdayken son 3-4
kilometremizi lambayı bile monte etmeden tamamlıyoruz. Silifke’ de
öğretmenevine gittiğimizde ortalıkta kimseyi bulamıyoruz. Öğretmenevinin
içinde, öğretmenevini arayarak bir kişiye ulaşıyor, lobide olduğumuzu
söylüyoruz. Görevli geldikten sonra hemen odamıza çıkıp duş alıyoruz. Duşta
parmaklarımın üzerine kalktığımda o acının yine aynı sertlikte devam ettiğini
görüyorum.
Bu sefer yemeği dışarıda yemek istediğimizden sokağa çıkıyor
ve bir han girişinde kebapçı buluyoruz. Önümüze geleni bitirmemiz saniyeler
aldığından garson çocuk bizi garip garip süzüyor. Oğlum açız aç! Midem her daim
boş. Utanmasam 1-2 porsiyon daha bir şeyler yiyeceğim.
Yemek faslından sonra fazla oyalanmadan odamıza dönüyorum.
Yarınki durumuma göre turun devam edip etmeyeceğine karar verip uykuya
çekiliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder