28 Kasım 2015 Cumartesi

40.Yaş günümde hediye niyetine İstanbul – Bandırma turu. (2.Gün)

Bu gün hayatımdaki dönüm günlerimdendi. 10 yıldır sefasını sürdüğüm otuzlu yaşlarım bitmiş, artık resmen orta yaş sayılacak 40 yaşıma adım atmıştım. Artık tansiyon, şekerden bahsetme ihtimalimin daha da yükseldiği ve çocuklarımla kuşak çatışmasının kaçınılmaz olacağı yaştaydım. Artık bende tüm sohbetlerime “bizim zamanımızda saygı vardı, saygı” gibi geyik diyaloglarla başlayacaktım. Ama tek yapmayacağım şey emeklilik planı olacaktı. Hayatımın son verimli yaşayabileceğim 10 yıllık periyoduna girmiştim. Hayatımın ilk 35 yılı hep birilerine, bir şeylere karşı duyulan sorumluluk duyguları ile geçmişti. Hayatımın bu 10 yıllık periyodunda ise bunu iyice hafifletme niyetim vardı. Eh bir dönem nasıl başlarsa öyle kapanır mantığı ile motive olmakta bence güzeldi.

Sabah 7 gibi kalkıp eşyalarımı topluyor ve sokağa çıkıyorum. Bisikletin üstüne binmemle o sokağın itlerinden birisi ayağımın dibinde peydahlanıyor. “Lan sabah sabah nereden çıktın?” dememle kovalamam bir oluyor. O da mahallenin itlerine hemen haber salmasıyla sağdan soldan havlamalar gelmeye başlıyor. Neyse ki ortaya çıkmadan delikanlılık yapmalarından dolayı sıkıntı çıkmadan oradan uzaklaşıyorum.

Navigasyona bakarak Gelibolu’ ya gidecek olan yolu bulmaya çalışıyorum. Çok sıkıntı olmadan Şarköy çıkışındaki yolu buluyor ve Karma’ nın 40’ lı yaşlarımın zor geçeceğini kulağıma fısıldadığını duyar gibiyim. Nedeni ise karşımda insafsızca başlayan sağlam bir rampa. Üstüne üstlük yolun bozuk olması Ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak gibi duruyor. İçimden söylene söylene yavaş yavaş tırmanırken 5-6 dakika sonra köpek havlamaları duymaya başlıyorum.  Ama 1-2 köpek değil sanki kutuptayız da, arabaya koşulmuş 20-30 köpek bir den havlıyor gibi. Ya da 1940-50 li yıllarında kaçak kovalayan köpeklerin sesi gibi geliyor. Bende orta şiddette tırsma durumları başlıyor. Acaba nasıl bir şey beni bekliyor endişesi aldı da gidiyor. Değişik fanteziler kuruyorum. Acaba köpekler  yolda mı? Yoldaysa başında birileri var mı? Varsa bunlar deri pantolon giymiş üstü çıplak adamlar mı? Yok, pardon son fantezi benim değil, o başkasına ait.

Biraz daha gittikten sonra bir çiftlik gibi bir yer görüyorum. Biraz daha yaklaşınca bunun köpek barınağı olduğunu görünce endişem biraz daha artıyor. Çünkü benim gördüğüm barınaklarda genelde köpekler barınaktan çok, barınağın etrafında oluyor. Yedikule köpek barınağında olduğu gibi. Neyse ki bu barınakta böyle bir şey olmadığını ve çok temiz, hatta köpeklerin rahatça yaşayabileceği kadar geniş olduğunu görüyorum. Köpeklerde çok korkarım ama onların başına bir şey geldiği zamanda üzülüyorum. Bu nedenle içim rahat yanlarında geçip gidiyorum.

En fazla 1-2 km. gittikten sonra, yolun 200 metre kadar ötesinde 4-5 koyun ve bir çoban görüyorum. Refleks olarak köpek aramaya başladığımda onu da biraz uzakta buluyorum. Köpek kangal cinsine benzeyen, kulakları kesilmiş ve boynuna çivili tasma takılmış heybetli türden bir şey. Hemen bisikletten inip yürümeye başlıyor ve çobanın beni görmesi için elimi sallamaya başlıyorum. Ne tesadüftür ki köpekle çoban beni aynı anda görüyor. Köpek bir hamle ile bana doğru hızla gelmeye başlıyor. Çoban seslenerek durduruyor ama hayvan çok heyecanlı ve agresif. Çoban “bir şey olmaz” diye seslenmesine rağmen hiç te bir şey olmaz gibi durmuyor. Kısaca köpeğin çobanı pek tınladığı yok gibi. Bana fazla yaklaştığı bir sırada bisikleti aramıza koyuyor ve suluğu elime alıyorum. Suluk olayını çok sevdim. Köpekler bu suluk olayından harbi tırsıyor. Çobana 3-5 metre kalmışken şerefsiz arkama dolanıp son bir hamle yapıyor ki, son anda farkına varıp bisikleti ona çevirip bağırmamla geri kaçıyor. İşte o anda ipleri elimde hissetmenin rahatlığı ile 20 metre daha gidip bisikletime biniyorum.
Gözlerimi daha dikkatli açıp köpek olayına dikkat etmem gerekli. Ve yine çok fazla gidemeden bu sefer 20-25 koyunu ve keçisi olan bir sürü ile karşılaşıyorum. Sürüye 60-70 metre kala bisikletten inmeye ve koyunlarla köpekleri ayırt etmeye çalışıyorum. Yuh 4 köpek var! O arada çobana el işareti yaparak kendimi gösteriyorum. Uzaktan çobana selam verip sesimi duyuruyorum ki, köpekler bir anda fark edip agresifleşmesinler. Benim sesimden sonra köpekler kafasını kaldırıyor ve hafif yeltenmeleriyle çobanın durdurması bir oluyor. Allahtan bu köpekler daha eğitimli sadece beni uzaktan takip ediyorlar ama yaklaşmıyorlar. Bu arada köpek nüfusunun 5 olduğunu fark ediyorum. 

Bundan sonra çobanla unutamadığım diyaloğum başlıyor.

Ben        : Yahu beş tane köpek fazla değil mi?

Çoban   : Ne beşi burada dokuz köpek var

Ben        : ??!!?? Diğer dördü nerede?

Çoban   : Dolanıyorlardır ortalıklarda.

Ben        : (Yusuf Yusuf)

Çoban   : İyi ki uzaktan seslendin. Alırlardı altlarına. Ama merak etme parça almıyorlar.

Ben        : (Yusuf Yusuf)

Çoban   : Geçenler buradan yine bisikletli geçti. Onun bisiklet kamyon gibiydi. Ben görmeden almışlar altlarına. Çok korkmuştu herif J

Ben        : (Yusuuuuuuuuf Yusuf)

Ama ne Yusuf hiç sormayın. Kolay gelsin deyip temkinli bir şekilde etrafımı kolaçan ederek yoluma devam ediyorum. Arkadaş nasıl bir gün bu ya? Daha 10 km. gitmemişken, o kadar çok adrenalin yaşadım ki, günün devamından korkar hale geldim demeye kalmamışken bir de önüme sis çıkmaz mı? Yol öyle ki geri dönsen olay, ileri gitsen muamma. Demek ki macera dedikleri böyle bir şeymiş diyorum. Sisin içine dalıyorum ve 2-3 km kadar sisin içinde yol alıyorum.  Sisin bitmesi ile birlikte rampada bitmiş oluyor.

Bu noktadan sonra yaklaşık 10 km iniş olması sebebi ile köpeklere karşı kendimi daha güvenli hissediyorum. En azından kaçma şansım var. Yol kenarında  4-5 koyun sürüsü ile karşılaşıyorum. Ama bu sefer süratli olmam ve bisikletimin pedal çevirmezken cırrr sesinin olmaması köpekleri uyandırmıyor. Ama ortalıkta fena köpek kaynıyor. Rampa aşağı gidiş bitip düze çıktığım gibi son koyun sürüsü ile karşılaşıyorum. Bu sefer koyunlar uzak ama köpekler yol üstünde. Ama bu sefer köpekler çam yarması değil daha küçük, sokak köpeği diye tabir edeceğimiz türden. Baktım bana karşı efeleniyorlar, bisikletten inip suluğumu alıp dikiliyorum karşılarına. Sen ne yüce sulukmuşsun be! Gören kaçıyor. Birkaç km daha gidip ana yola kavuşuyorum.   Bundan sonra bir sıkıntı olmayacağını bilip dingin bisiklet turu moduna geçeceğim için sevinçliyim. Bu saate kadar parça koparmadığım için sevinçliyim.

Anayola çıktıktan bir süre sonra 1 yaşlı erkek ve 2 genç kızdan oluşan bir grubu karşı yolda görüyorum. Selamlaşıyoruz. Her yolcu gibi aceleleri var. Bolayır civarında kahvaltı yapmak için bir benzinlikte mola verdikten sonra hiç boşluk bırakmadan yola devam ediyorum. Öğlen 12 olmadan Gelibolu’ ya varıyor ve otel bakmaya başlıyorum. Daha önceden kaldığım Oya otel telefonda 90 lira fiyat söylüyor. Öğretmen evini aradığımda yerlerinin olmadığını öğreniyorum. Yol üstünde başka bir otel görüyorum. O da aynı fiyatı çekince, en azından sahile yakın diye Oya otele yönleniyorum. Ama o arada yol kenarında. Eski püskü bir otel daha görüyorum. Adı Özen otel.  Şansımı denemek için gittiğimde fiyatın 40 lira olduğunu söylüyor. Ama odaya 1 saat sonra girebileceğimi belirtiyor. Bende tamam burada kalırım diyerek aşağıya merkeze iniyorum. Biraz dolaşıp fotoğraf çektikten sonra otele geri dönüyorum. Otelci bisikletçilerin oteli çok kullandığını grupların geldiğini söylüyor. Lobide bir yere bisikletimi bırakıp odaya çıkıyorum. Oda kötü ile facia arasında bir şey. En azından dolap ve televizyon var. Yatakta temiz sayılır. Çokta umursamıyor, duşumu alıp üstümü değiştiriyorum.
Biraz uyuduktan sonra 3 gibi dışarı çıkıyorum. Bir şeyler atıştırıp O sevdiğim merkezinde avare avare dolaşıyorum. Gelibolu’ na askerlik dönemimde hastaneye gitmek için 2 sefer gelmiştim. O zamanlar daha küçük ve sevimli bir yerdi. Artık biraz daha gelişmesine rağmen benim için huzur dolu ve sevdiğim bir yerdi. Meydana yakın olan Roma dondurmacısından dondurmamı alıp turist gibi ortalıkta dolaşıyorum. Alaeddin konservelerine uğrayıp değişmez rutinim olan “Kızlı sardalyadan” alıyorum. Hem de kutulusunu bulmam ayrı bir sevinç kaynağı. Altı tane alıp çıkıyorum. Bu arada hala yemedim. Büyük ihtimal ya rakı masasında ya da mayıstaki turda tüketirim.

Biraz daha sağda solda dolandıktan sonra geçen yıllarda gittiğim İlhan restoran gidip oturuyorum.  Burasıda çok sevdiğim yerlerden. Diyorum ya, çok seviyorum Gelibolu’ yu. 40. Yaşımda boşuna burayı seçmedim. İlhan restoran Gelibolu feribot iskelesinin yanında, balıkçı barınağının girişinde deniz tarafına bakan güzel bir yer. Karnım tok olduğu için fazla bir şey söylemiyorum. Ama söylediklerim de harika. Giderseniz kaya koruğunu ve kalamarını tavsiye ederim. Yanına da en az bir yirmilik söylemeyi unutmayın.


2-3 saat demlendikten sonra gün batmadan otele doğru yollanıyorum. Yarın Bandırmaya gideceğimden dolayı ilk vapurla karşıya geçme niyetindeyim. Yolda çocuklarıma bir iki hediye ve yarın için su vs. alıp otele dönüyorum. Otele varmadan otelin arkasına bakan sokağı gördüğümde gecenin nasıl facia olacağını anlıyorum. Meğerse otelin arkası Romanların mahallesiymiş ve gece için sokağın ortasında düğün hazırlıkları yapıyorlar. Uyku ihtiyacım var ama uyuyamama ihtimalim kuvvetli. Odaya çıkınca hızla uyku hazırlığı yapıyorum. Eğer düğün başlamadan yatarsam uyanmayacağımı biliyorum. Öyle konsantreyim ki çok çabuk uykuya dalıyorum. Ama uykunun ortasında telefonum çalmaz mı? Bir anda fırlayıp telefonu açtığımda eşim öylesine aradığını söylüyor. Doğal olarak hışmıma uğruyor ve telefonu kapatıyorum. Ve maalesef ki düğün başlamış durumda. Televizyonu açıp saçma sapan filmlere bakarak düğünün bitmesini bekliyorum. Neyse ki düğün gece 12 de bitiyor ve huzura eriyorum. 























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder